Şükran Korkmaz
Hayat hep yeniden başlar
Hayatla ilgili ne çok kitap okumuşsunuzdur. Ne çok aforizma, ne çok metafor ile karşılaşmış ve ne çok film, ne çok türkü, ne çokta şarkı dinlemişsinizdir. Bunların çoğu güzellemeler yapmış, pek çoğu da yermiş ve serzenmiştir hayata dair. Hepsi de insan ürünüdür sonuçta.
Kim hayata neresinden bakarsa, neresinden tutunursa öyle yansıtır kendini.
Acılarla dolu bir hayatınız varsa sonu ”Mutlu Son” ile biten filmler çeken, sevgi pıtırcığı bir yönetmen olamazsınız meselâ. Aksini düşünürsek, yaşam enerjisi pozitif olan bir kişi de iyiyi ve güzeli yansıtacak bir alan mutlaka bulur. Bütün bunların yanında, insan kendi iradesiyle depresif veya pürneşe olmaz. Yaşam ve şartlarına bağlıdır. Hâl böyle iken, dünya hayatının gelip geçici olduğu gerçeğini yadsımadan, elem ve kedere gark olmadan, hüzne boğulmadan yaşamaya çalışmalı ağır bir imtihana düştüğümüzde.
Tam bu noktada Mevlânâ hazretlerinin şu sözünü hatırlayalım: “İyi şeylerden başka bir şey düşünme! Çünkü düşünce, sûret dokumasının ipliğidir.”
Bu şu demek değil elbette. Gününü gün et, anı yaşa, vur patlasın çal oynasın.
Günümüzde: “Carpe Diem”ciler, yaşam koçları(!), kişisel gelişimciler ve yaşam gurusu kişilerin hep pompaladığı budur aslında. “Anda Kal Mutlu Ol”(…)
Bu elbette ki imkansız. Alkalin bir pil miyiz ki biz? Ya da akü müyüz? Tuşuna basınca çalışan bir makine ya da… Her zaman pozitif, neşeli, şen şakrak olalım…
Kaldı ki “Feleğin çemberinden geçmiş” dediğimiz kişiler, derin acılar sonucunda sağlam bir karaktere sahip olabilmişlerdir.
Acılardan, sarp yollardan geçmemiş, çileli bir ömür sürmemiş ham ve çiğ insan kendiyle ve hayatla baş edemez.
Hayatta, biten ve başlayan her şey için acı sağlam bir kalkandır.
“Hayat zamanda iz bırakmaz
bir boşluğa düşersin bir boşluktan
birikip yeniden sıçramak için
elde var hüzün”
demiş ünlü şair Attila İlhan.
Bugün bile bilgilerine başvurduğumuz asırlar öncesinde yaşamış peygamberler, filozoflar, bilgeler, tüm otoriteler ve virtüözler acılı bir hayatın ortasından çıkagelmişlerdir.
Buradaki dert, acıyı kutsamak, yüceleştirmek değil, acıyı nasıl karşıladığımız veya karşılayacağımız önemli. Acımıza nasıl sahip çıkıyoruz oraya bakmak, konuya öyle eğilmek lâzım. Günün sonunda acıyı bal eğleyebildik mi? Kendi ellerimizle bal sağabildik mi yaralarımızdan? Bu acıyla(imtihanla) ALLAH (cc) bana neyi öğretmek istedi diye sorabildik mi kendimize?
Hayat acısıya tatlısıyla güzeldir. Kimse, hayattan ve kendisinden kolay kolay vazgeçmez geçemez. Ne yaşamış olursa olsun.
Bu şuna benzer: Ağzımıza aldığımız o badem şekerinin, bademinin acı çıkması gibi bir şey. Bademi acı ama dışındaki şeker tatlı. Artık almışsındır ağzına bir kere. Çıkarmak olmaz! Ha! Çıkarılabilir de o da bir tercih. Ancaak! Acı ile tatlıyı birlikte çiğneyip yutmaktır mes’ele.
Hasılı kelâm: Acının hayatta sabit ama sahibine göre değiş(g)en bir yeri vardır.
Selâmetle. . .
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.