Gevher Hatun
Vazgeçmek asla kaybetmek değildir
Ruhumun derinlerinde bir yerlerde çığlık çığlığa “vazgeçme” diye bir ses.
“Çocukların var; vazgeçme, sen vazgeçersen onlar ölür, biraz daha dayan” diyen derinlik vücudumun iflas etmekte olduğunu görmüyordu. Çünkü o çocukluk travmalarından çıkamamış korkak küçük bir kız çocuğuydu. Ona cesaret öğretilmemiş, fikri hiçbir konuda sorulmamıştı, aşağılanmaya, hor görülmeye o kadar alışmıştı ki adeta konfor alanı bunlarmış gibi davranıyor, şiddetin her türüne boyun eğmenin boynunun borcu olduğuna itaat ediyordu.
Haftada iki defa dayanılmaz baş ağrılarını morfin iğneleriyle bertaraf edişi dahi kötünün içinde iyiyi aramasına engel olmuyordu. Ona göre yaşadığı yer kara, yaşam alanı dışındaki alan ise dibi görülmeyen okyanustu.
Bilmediği dünyanın yargıcıydı. İki yavrusu biri gözünün nuru diğeri can paresiydi, vazgeçilmezi, canının ötesinde iki candı. Ne tiksintileri yıldırmıştı, ne örselenişi ne de uğradığı insanlık dışı şiddet.
Oysa durum hiç iç açıcı değildi. Günden güne şiddetin dozu artıyor ve seçenekleri üçe iniyordu. Ya ölecekti, ya delirecekti ya da gidecekti (vazgeçecekti).
Yanlışa bu kadar inat edilir miydi? İnsan yanlış yöne giden bir araçtan neden ilk durakta inemezdi. Vazgeçemediği yaşadığı hayat olamazdı. Yoksa toplumun “su bulanmayınca durulmaz, sabret”dayatmaları mıydı? Oysa bir insanın omuzlarına yüklenmiş aile sorumluluğu, “gelinliğinle girdiğin evden kefenle çıkarsın” zulmünü ebeveyn bilinci taşımayan evlatlarını gizleme çabaları “erkektir yapar” mantığının zorbalığında hoşgörü sadece güçlü olana ait edilmişti. Asıl sorun vazgeçmenin öğretilmemiş olmasıydı, çocuklar için, el ve alem ne der için, üç harfli olarak toplum önünde damgalanmamak için ve bunun gibi birçok neden...
Ölüm yeğleniyor vazgeçmektense, ilginç.
Sonra hatırladı; canının parçası olan evladını toprağa vereli çok olmamıştı, o mezarın başında kendine haykırdığı şu cümleleri söylemişti:
“Senin yerine veya seninle şu mezara giremiyorum ya, seni şu mezardan çıkarıp alamıyorum ya, senin bir soluk daha alman için şu canımı veremiyorum ya Allah’a yemin ederim senden vazgeçmek zorunda kalan şu aciz için artık hiçbir şey vazgeçilmez değildir.”
Sabır hükmünü yitirmiş, sadece vazgeçemedikleriyle ağır bir ikilem içerisinde kalıyordu. Ta ki en son şiddeti görene kadar.“Eşeğin canı yanınca atı geçermiş” sözünün vuku buluşuydu sanki.
Vazgeçmişti sonu olmayan savaştan, vazgeçmişti ona sunulan hayattan. “Tırtılın bitti dediği yerde kelebek olmayı umut ederek” vazgeçmişti, ettiği yemini hatırlayarak vazgeçmişti.
Vazgeçerek yaşamayı seçmişti, vazgeçerek küçücükte olsa bir umut ışığı belirtmişti ufukta...
Öyle de oldu.
Korkularından, kaygılarından, uğradığı zulümden, insanlık dışı muamelelerden vazgeçmişti. Bu bir yenilgi olamazdı, o vazgeçerek kazandı.
Şimdi her şey daha netti, hayatını ve sağlığını feda ettiği herkes ondan kolayca vazgeçmişti, adının esamesi dahi okunmuyordu. Anlamıştı ki kimse vazgeçilmez değildi. Bunu gören gözleri değil, yüreğiydi.
Vazgeçmek sanıldığı gibi yenilgi değildir. Bazen tefekkür için vazgeçersin, gözlerinin göremediğini yüreğin görsün diye. Bazense sabretmenin diğer adıdır vazgeçmek, bazen de sessizce gitmektir vazgeçmek, ama asla kaybetmek değildir...
Değerinin bilinmediği, sevginin hissedilmediği gönülden göç etmektir vazgeçmek.
Kendine olan öz saygını koruyabilmektir vazgeçmek.
Erdemliliktir, güçlü olmaktır, saygınlıktır, onurlu bir duruştur, kırmamaktır ve kırılmamaktır vazgeçmek.
Bazen avare boş bir çabanın içerisinde olmamaktır vazgeçmek.
Bazen de sevmektir, düştüğü aşk kuyusunda sevdiğinin yüreğine ağır gelmek istememektir vazgeçmek.
"Acep kim gördü bir âşık ki vazgeçmiş bu sevdadan
Acep kim gördü bir balık ki usanmış bu deryadan"
Muntazır’ın da dediği gibi vazgeçmek vazgeçmemektir aslında, kalbinde taşıdıklarıyla gidişi vardır Aşık’ın o ahirete taşır tüm yükünü.
Kimi de yükünü boşaltır şu fani aleme.
Vazgeçmek de affetmek gibidir aslında, zaman ister. Öyle vazgeç deyince vazgeçemez insan, vaktini saatini bekler, şartların oluşmasını bekler.
Yıpratıcı bir süreçtir, öyle beylik laflara karnı tok boş nasihatlere papuç bırakır bir süreç değildir.
İnsan umudunu yitirince vazgeçer. Savaşı bittiğinde vazgeçer, sevdiğinde vazgeçer varlığı mutsuzluk sebebi olmasın diye.
Kendini bulmak için vazgeçer yorgunluğunu atmak istercesine ve bir de Aşk için vazgeçer insan, sevdiğinin omuzlarında ve yüreğinde yük olmaktan haya edercesine...
Vazgeçebildiğin şeyin sahibi sensin; Vazgeçemediğin şey ise, senin sahibindir!
Atâullah İskenderi
VAZGEÇTİM
Ne zaman umrumda ne mekan benim
Yarından vazgeçtim dünden vazgeçtim
Ne bu ömür benim ne de can benim
Ben seni göreli benden vazgeçtim
Derde hedef oldum sen oksun diye
Güllere yalvardım sen koksun diye
Sen yoktun yanımda sen yoksun diye
Akşamdan geceden günden vazgeçtim
Sensiz ne yurdum var ne yerim dedim
Senden sorarlarsa ne derim dedim
Belki kavuşursam üzerim dedim
Ben senin uğruna senden vazgeçtim
Serdar Tuncer
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.