Deprem

Ülkemizde meydana gelen deprem felaketi yüreğimizi paramparça etti.

Millet olarak çok büyük bir sınavdan daha geçmekteyiz. Rabbim başta Kahramanmaraş, Şanlıurfa, Hatay, Gaziantep, Mardin, Adana, Adıyaman, Kilis, Osmaniye ve Malatya olmak üzere tüm Türkiye’nin başı sağ olsun. Rabbimden ölenlere rahmet yaralılara şifa geride kalan Vatandaşlarımıza’ da sabır diliyorum. Ülke olarak seferber olmuş durumdayız acımızın ve üzüntümüzün bir tarifi yok. İnşaAllah enkaz altında bulunan kardeşlerimize bir an önce sağ ve salim ulaşılır.

Deprem felaketi yanında olumsuz hava ile de imtihan olan kardeşlerimizin ızdırabı içerisindeyim. Isındığım için hiç bu kadar, utanmamıştım...

Dualarımız sizlerle...

KOMŞUSU AÇKEN TOK YATAN BİZDEN DEĞİLDİR…

Güzeller güzeli iki cihan serveri Peygamberimin bu mübarek sözünü, sadece yemek içmek olarak mı görüyorsunuz? Şu mideyi doldurmayı mı siz tokluk zannediyorsunuz? Adamın yüreği aç. Asıl gece uyuyamayan dertleri ile kıvrılan adamın veya kadının yürek açlığı, gönül açlığı önemli. Öbür açlık yavan ekmekle doldurursun. Komşusu kafirken kendisi mümin yatıyor. Komşusu Allah demezken beş bin zikir sallıyor MaşaAllah. Aç insanın halinden anlamayan insan İnsan değildir. Yukarıda aile faciası yaşanırken alt katta çoluk çocuk neşe içinde kakara kikiri muhabbetlerle yaşıyor, üst komşusunun aile içi şiddetini Problemini, sorununu duymadan kulağını tıkayan insanda insan değildir. (Alıntı Abdül metin BALKANLIOĞLU)

Sözlerime beni çok etkileyen bir sohbetten alıntı ile başlamak istedim. Bende bir çoğumuz gibi bu muhteşem hadis-i şerif’i yemek içmek ile ilgili olduğunu zannederdim lakin öyle olmadığını insanın insana manevi muhtaçlığının idraki ile daha net anlamış oldum.

İnsanın insana olan muhtaçlığı yaratılış itibari ile başlamıştır. İnsan tek yaratılmadı, kendinden bir parça ile eşi yaratıldı. Muhtaçlığımız bu kadar netken bulunduğumuz bu yüzyılda (özellikle Pandemi ile) birbirimizden kaçar olduk. Manevi değerlerimiz inanılmaz bir hızda erozyona uğradı. Batıya olan hayranlığımız, internete olan cehaletimiz ve ahlaki çöküntüye uğratan televizyon yapımlarımız sayesinde en yakınlarımızı eve misafir edemez, çocuklarımızı sevemez, aile mahremiyetimizi koruyamaz hale geldik. Yalnızlaşıyoruz, yabancılaşıyoruz ve miskinleşiyoruz. İnanılmaz derecede ben odaklı yaşar olduk, özellikle yeni bir furya dolanır oldu psikologlar arasında “önemli olan sensin” diye. Peki benim kulluğum, anneliğim, kardeşliğim, babalığım, eşliğim, evlatlığım vs yani benden sonraki kimliğim önemli değil mi? O zaman ben neden varım. Yalnız kalmak için mi? Evet sınırlarımız olmalı fakat kesip atacak, kırıp geçirecek ve dağıtacak şekilde değil. Umursamaz insanlar olmamalı etrafımızda olup bitenlere kayıtsız kalmamalıyız. “Bana değmeyen yılan bin yaşasın” değil “komşusu açken tok yatan bizden değildir” demeliyiz, manasını yemek içmek ile sınırlamadan. Mahremiyetlerimize ve sınırlarımıza riayet edip haddimizi aşmadan birbirimize muhabbet beslemeliyiz. Akraba eş dost ve komşularımızın ayıp ve kusurlarını araştırmamalı üzerimize vazife olmayan hususlarda ahkam kesmemeliyiz. Bir hadis-i şerifte: Kim bir Müslümanın ayıbını örterse Allah da kıyamet gününde onun ayıbını örter. " (Ebû Dâvud, Edeb, 39), Kim bir ayıp görür de örterse sanki kabrine diri gömülmüş bir yavruya can vermiş gibi olur. " (Ebû Dâvud, Edeb, 38) buyurulmuştur. İnsan başkalarının ayıp ve kusurunu değil, kendi ayıp ve kusurunu görmeye çalışmalıdır. Peygamber Efendimiz (s.a.s.): Kendi ayıbı, insanların ayıbını görmekten alıkoyan kimseye müjdeler olsun. " (Aclûnî, Keşfu'l-Hafa, II, 46) buyurmuştur.

Bu yüzyılda çok katlı binalarda yaşıyor olmamız sebebiyle komşularımızın mahremiyetlerine ister istemez şahitlik ediyoruz. Ediyoruz ama ne kadar saygılıyız ve ne kadar hassas davranıyoruz? Evet komşumuz aile bireylerinden herhangi biriyle kavga ettiğinde nasıl tutum içerisindeyiz? Ben söyleyeyim, önce bir güzel dinliyoruz, boyutuna göre heyecanlanıyoruz. İnsani olarak üzülsekte nefsimizin yanıltıcı reaksiyonlarına yenik düşüyor. Başımız belaya girer diye ya görüp karışmıyoruz ya da görmezden gelip perde arkasından tüm detayları merakla takip ediyoruz. Buraya kadar kötünün iyisiyiz, ama ertesi gün tüm kötülüklerin anası olan dedikodunun dayanılmaz cazibesine kapılıp duymayanlara aktarıyoruz. Aile içerisinde kalması gereken tüm mahremler alt veya üst komşumuz sayesinde hunharca servis edilmeye başlıyor tüm mahalleye. (İstisnalar harici)

Böyle durumlarda şu iki soru geliyor aklıma. 1 Neye hizmet ediyorum?

2 Bana faydası ne?

Cevap 1Fitneye.. (lanetlenmeye)

Cevap 2 Vebal ve kul hakkı. (huzuru mahşerde kul eline düşmeye sebep.) Değer mi? Asla...

Yapılması gereken sorumluluk alabilmekte, müdahale edebilme imkanı varsa müdahale etmek imkanı yok ise geç kalmadan müdahale edebilecek imkanları seferber edebilmek. Ve sonrasında mahremiyete saygılı olup susmak...

Sadece komşularımızla sınırlı değil, aile ve çevremize de duyarlı olmalı sevgi seferberliği yapmalıyız. Tıpkı şu zor süreçte kenetlendiğimiz gibi…

Elisabeth Kubler Ross şöyle söyler

İyilik ve kötülük büyüklüğüyle değil, duyarlılık derecesiyle bizi etkiler.'' Ne kadar duyarlı isek o kadar insanızdır aslında. Yeterki bu duyarlılık dedikodu malzemesi toplamak için olmasın. Tabii birde zamana bırakılan dedikodular var. Teşbihde hata olmaz, Ben böyle durumlara şarjör doldurmak diyorum, zamanı geldiğinde mermiyi namluya verip başınıza doğrultup hiç düşünmeden tetiği çekmeleri gibi. Nasıl can yakar yaşayan bilir. Ağlatan değil ağlayana omuz veren olalım, akıl dağıtan değil teselli veren olalım, yangına körükle değil zemzem ile giden olalım.

Tebessüm sadakadır. Gönlümüzün sadakası bol olsun, yaralı gönüllere merhem olsun…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.