Duran Çetin
Ayna Ve Maske (Kendin Olma Cesareti)
Gecenin bir yarısı. Odanın ışıkları kapalı ama yüzüne vuran o soğuk, mavimsi ışık hâlâ orada. Elindeki telefonun ekranı, karanlıkta parlayan modern bir ayna gibi. Başparmağın o tanıdık, otomatikleşmiş hareketle aşağıdan yukarıya doğru kayıyor. Bir hayat, sonra bir başkası, sonra daha “mükemmel” bir diğeri... Hepsi o küçük camın arkasından sana gülümsüyor.
O an, ekran karardığında ve kendi yansıman o siyah camda belirdiğinde, gözlerinin içine bakabiliyor musun? Yoksa o siyah ekrandaki yansıman, az önce izlediğin o renkli hayatların yanında sana soluk, eksik ve yetersiz mi geliyor?
Bugün seninle insanlık tarihinin en eski ama dijital çağda en çok kirlenen o sorusunu konuşalım istiyorum: “Ben kimim?”
Modern dünya, bize devasa bir kostüm partisi sunuyor. Herkesin bir maskesi var. Sabah uyandığımız andan itibaren, yüzümüzü yıkamadan önce “profilimizi” yıkıyoruz. Aynanın karşısına geçip kendimize bakmak yerine, başkalarının bize nasıl baktığını, bizi nasıl “görmek istediğini” düşünüyoruz. Bir fotoğraf paylaşmak için elli kez poz verip, kırk dokuzunu siliyor, en kusursuz olan o ellinci kareyi seçiyoruz. Neden? Çünkü o karede ışık doğru, gülümseme tam, kusurlar gizlenmiş. Ama o kareyi paylaşırken bile içimizde ince bir sızı var. Çünkü o fotoğraftaki kişi, o an yatağında dağınık saçlarıyla oturan “gerçek sen” değilsin. O, senin olmanı istedikleri, onaylanacağını bildiğin bir “avatar”.
İşte trajedimiz burada başlıyor. Biz, başkalarının alkışları (like) uğruna, kendi gerçeğimize yabancılaşıyoruz. Onaylanma arzusu, çağımızın en büyük tiranlığına dönüşmüş durumda. Değerimizi, bir borsada işlem gören hisse senedi gibi, anlık yükselen ve düşen grafiklere bağladık. “Beğeni” gelirse değerliyiz, gelmezse yok hükmündeyiz. Birileri “harikasın” derse mutlu, eleştirirse yerin dibindeyiz. Kendi kalbimizin anahtarını, hiç tanımadığımız kalabalıkların cebine koymuşuz. Onlar kapıyı açarsa varız, kilitlerse yokuz.
Oysa bir durup düşünelim: Bir elmasın değeri, ona bakan kuyumcunun takdirine mi bağlıdır, yoksa elmasın kendi yapısına mı? Kuyumcu ona “cam parçası” dese, elmas elmaslığından bir şey kaybeder mi?
Senin değerin, yaratılışından gelir. Sen, bu dünyaya “boş” bir levha veya doldurulması gereken bir “eksiklik” olarak gelmedin. Sen, Allah'ın (cc) üzerine vurduğu o muazzam mühürle, “Ahsen-i Takvîm” (En Güzel Biçim) sırrıyla geldin. Bu, senin “fabrika ayarın”dır. Değiştirilemez, silinemez, azaltılamaz bir değerdir bu. Senin donanımın; akıl, kalp, vicdan ve ruh gibi paha biçilemez yazılımlarla dolu.
Ama biz, bu “orijinal” halimizden utandırıldık. Bize “Sen yetersizsin.” denildi. “Şu markayı giymezsen, şu grubun dinlediği müziği dinlemezsen, şu filtreyi kullanmazsan eksiksin.” denildi. Ve biz o “eksikliği” kapatmak için maskeler takmaya başladık. Fıtratımız, yani o içimizdeki bozulmamış özgün kod, “Bu yanlış, bu ben değilim.” diye haykırsa da biz o sesi dışarıdaki gürültüyle bastırdık.
Kendin olmak, bugün dünyadaki en büyük başkaldırıdır. Çünkü sistem, senin “sen” olmanı değil, “onlar gibi” olmanı, bir “tüketici” olmanı, bir “takipçi” olmanı ister. Kendi olmaya cesaret eden insan, sistemin en büyük korkusudur.
Aynadaki o sırrı çözmek istiyorsan, önce o sahte aynaları kırmalısın. “Popülerlik aynası”, sana sadece başkalarının seni nasıl gördüğünü gösterir. “Marka aynası”, sana sadece cebindeki parayı gösterir. Ama “Vicdan aynası” sana ruhunu gösterir.
O maskeyi indirdiğinde ne göreceksin biliyor musun? Belki biraz yorgunluk, belki hatalar, belki kırgınlıklar... Ama aynı zamanda samimiyet göreceksin. “Riya”nın, yani gösterişin o yapışkan ağırlığından kurtulmuş, hafiflemiş bir kalp göreceksin. Çünkü maske takmak yorucudur. Sürekli rol yapmak, insanı tüketir. Olduğun gibi görünmek ise sırtındaki tonlarca yükü indirip derin bir nefes almak gibidir.
Mevlâna’nın o meşhur çağrısını hatırla: “Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol.”. Bu söz, sadece ahlaki bir öğüt değil, aynı zamanda bir “ruh sağlığı” reçetesidir. İçin ile dışın, profilin ile gerçeğin arasındaki mesafe ne kadar açılırsa, ruhundaki yırtılma o kadar büyür. O mesafeyi kapatmak zorundasın.
Bugün bir iyilik yap kendine. Telefonunu bir kenara bırak. Filtresiz, ışıksız, “beğeni” kaygısı olmayan bir an ayır kendine. Ve kendine şunu sor: “Kimse izlemiyor olsaydı, ben ne yapardım? Neyi severdim? Nasıl konuşurdum?” İşte o sorulara verdiğin cevaplar senin “Fıtratının” sesidir. O ses, senin pusulandır.
Unutma ki Allah (cc) senin suretine, profiline, giydiğin markaya veya aldığın like sayısına bakmaz. O, senin kalbine ve o kalbin içindeki samimiyete (ihlasa) bakar. O'nun katında “değerli” olmak için filtreye ihtiyacın yok. O, seni en doğal, en saf halinle, “Ahsen-i Takvîm” olarak yarattı ve sevdi.
Başkalarının sahte cennetlerine özenmekten vazgeç. Kendi hakikatinin çölü, başkalarının serabından daha gerçektir. Maskeni indir. Ve aynaya bu sefer gerçekten “kendin” olarak bak. Orada göreceğin kişi, sandığından çok daha güçlü ve çok daha güzel.
Sadece “kendin” olmaya cesaret et. Çünkü bu dünyada oynayabileceğin en iyi rol, bizzat senin için yazılmış olan o “başrol”dür.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.