Duran Çetin
Ölmüş kalp
Ölmüş kalp nedir bilir misin?
Kalbine imanın ışığı dokunmayan kalptir.
Kalbe iman ışığı dokununca dirilir. İman diriltir. Canlandırır ve heyecan verir. Allah'a bağlı olma ve onun isteklerini yerine getirme düşüncesini yeşertir.
Bunlar sapıtmayacak olanlardır. Çünkü imanları onları koruyup kollayacak ve sapkınlık yolundan alıkoyacaktır.
Bu yol zordur. Bu zor yolu kolaylaştıracak nimet de akıldır. Bu yolun kılavuzu inanmış bir akıldır.
Akıl onu doğruya ve güzel bir kavrayışa sevk eder. Derin kavrayış içinde iman güçlenir.
Bu önemli bir kazanımdır.
Bu aydınlıktır.
Bu kurtuluştur.
Bu Allah'ın nimetinin farkına varmaktır.
Bu onun yolunun nereye gideceğini belirleyen nimettir.
Bu onun karanlıklardan uzak kalmasıdır.
Karanlık içinde karanlık.
Karanlık gaflet içinde kalmaktır.
Karanlık, ışık olduğu hâlde ışığa yaklaşmamaktır.
Karanlık, gerçeklerden uzak kalmak ve uzaklaşmaktır.
Karanlık cehalettir.
Karanlık ilmi ve hakikati örtmektir.
Karanlık nimeti görmemektir.
Karanlık, aklı yaratılışın dışına sürmektir.
Karanlık, bütün gerçekleri örtmek ve saklamaktır.
Bunu bazen insan aklı yapar. Çünkü o akıl, selim olarak kalamamış ve çevresel etkenlerin yalan yanlış yönlendirmelerine maruz kalmış.
Akıl selim olmayınca düşünce hakikati algılayamaz, gerçekleri olduğu gibi kavrayamaz.
İşte bundan sonrası zaten hepten karanlıktır.
Zifiri karanlıktaki akıl, Allah'ın gücünü ve kuvvetini düşünmekten uzak durur, onun emir ve yasaklarına uymaktan kaçar. Gerçeği anlama diye bir gayreti olmaz...
Kalp dirilmeyince akıl karanlığı süslü bir şey olarak görür. Çok çekici bulur. Karanlıkta kalmak ve karanlıkta yaşamak artık onun için en değerli olandır. Çünkü onun bütün icraatı, süslenmiş, çekici duyularla bezenmiş bu hayatın güzelliklerle dolu olduğu düşüncesidir.
Artık bu yoldan geriye dönüş, aklın selim olmasını sağlamak çok zordur.
Yol arkadaşı olan yanlışlar ve kendisine yoldaşlık eden şeytanlar etkileme gücüne kavuşmuş ve onu çepeçevre kuşatmıştır. Kurtuluş yoktur. Zaten kurtulmak istemez tavrıyla kendini daha çok karanlıklara mahkûm edecektir. Bir çıkış yolunu bulmak artık çok zor olacaktır. Çünkü bütün çıkış yollarını karanlık yutmuştur. Ve kalbini açılmaz bir kilitle kapatmıştır.
İşte tam burası.
Farklı aldatmalarla süslenmiş dünyalıklar daha çekici olmaya başlamış ve doğrunun kendisinin yaşadığı şekilde olduğu yanılgısını, aydınlık olarak görmeye başlamıştır.
Kalbi dirilenler, Allah'ın nimeti olan akıl ve kavrayışla yol bulur. Güzellikler içinde hayatını sürdürür gider…
Kalbi kararmış karanlıklar dünyasının esiri olmuş kişiler, süslü ve çekici şeyleri doğru zannedip yanlışın yolcusu olmaya devam eder gider.
İman ile küfür böyledir.
İman çıkış yoludur.
Küfür çıkışı olmayan karanlık…
“Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine, insanlar arasında yürüyeceği bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, hiç, karanlıklar içinde kalmış, bir türlü ondan çıkamamış kimsenin durumu gibi olur mu? İşte kâfirlere, işlemekte oldukları çirkinlikler böyle süslü gösterilmiştir.” (En’am, 6/122)
Süslü Tuzak
Artık bunlar için sınır da kalmaz. Her istediklerini yapabileceklerini sanırlar. Bu sanıları bir süre sonra gerçekmiş gibi algılamaya ve inanmaya başlarlar.
İşte bundan sonrası oldukça tehlikelidir.
Zulmetmeye başlarlar.
Zulüm onların yaptıklarını normalleştirir. Bu minval üzere devam ederken başlarına neler geleceği gerçeğini de unutuverirler.
Büyüklük taslamaktan, kibirlerine yenilmekten başka yapacak işleri de olmaz.
Onlar kibirlendikçe, şımardıkça Allah onları bu hal üzere devam ettirir ki günahları çoğalsın. Sınanmaları için kendilerine verilen zamanı nasıl harcayacakları görülsün ve bilinsin…
Artık konumları oldukça iyidir. Ekonomik olarak semirmiş, politik olarak güçlenmiştir. Etki alanındakileri daha çok kontrol altında tutabilmek için daha çok zulmetmeye daha çok haksızlık yapmaya daha çok güçlü olmaya çalışırlar.
Hatta bu yaptıkları işin halkın selameti için olduğunu da söylemekten geri durmazlar. En doğrusudur çünkü yaptıkları, en doğrusudur düşündükleri. Etrafındakilerin alkışlamaları yeterlidir. Her şeyi en güzel şekilde düşünüp onlar için yapacak nadide insanlardır. Bu iş için özel gönderilmiş olduklarını bile düşünmeye başlarlar…
Kendilerine yapılacak öğütleri duymazlıktan, nasihatleri anlamazlıktan gelirler.
Durumu kurtarmak adına kargaşa çıkarmaktan geri durmazlar. Entrikalarının ardı arkası kesilmez.
Bütün bu yaptıkları kendi kendilerini tuzağa düşürmektir.
Kışın koyu zamanında, yeryüzünün karla kaplandığı bir anda tuzağa düşen kuştan farksızdır durumları. Halbuki kuş oraya karnını güzelce doyuracağını sanarak atlamıştı. Tuzak hiç aklına gelmemişti. Karnını doyurup geceyi yuvasında rahatça geçireceğini umuyordu. Ama avcının kuracağı tuzaktan haberi olmadı.
İnsan böyle mi?
Elbette tıpkı kuşa kurduğu tuzak gibi kendine de tuzak kurdu. Tuzağın üzerini dünyanın cicili süsleriyle bezedi. Onu üzerini nefsinin hoşlanacağı lezzetlerle donattı, cezbedecek ne var ne yok envaiçeşit renk ve tatlarla harmanladı.
Sonunda kurduğu bu tuzağa kendisi düşüverdi işte. Kurtuluşu olmayacak bir tuzağa. Çünkü bu tuzağın üstündeki çekici metaların çekiciliği artarak devam etti gitti…
Kendi kendilerini düşürdükleri bu tuzaktan kurtulmaları da mümkün olmadı. İşin ilginç yanı kendilerinin tuzağa düşmüş olmalarının farkına da varmadılar.
Ne acınası bir durum!
“Onlara bir ayet geldiğinde, Allah'ın elçilerine verilenin benzeri bize de verilmedikçe kesinlikle inanmayız, dediler. Allah, peygamberliğini kime vereceğini daha iyi bilir. Suç işleyenlere, yapmakta oldukları hilelere karşılık Allah tarafından aşağılık ve çetin bir azap erişecektir.” (En’am, 6/124)
Son Durum
İşte bu kibrine yenilmişlerin içinde bulunduğu durum:
Benim bunlara ihtiyacım yok. Bana bunları getirenden benim ne farkım var? Onlara gönderilen vahiy bana da gönderilmelidir. Yoksa benim yolum en güzel yoldur…
Güç, servet ve şöhretse mesele, hepsi bende var.
İnsan sınanma yolunda o kadar bencilleşir ki Allah'ın kendisine sormadan bir hüküm koymaması gerektiğini düşünecek kadar alçalır.
Alçaldıkça dibe düşer, dipte debelenmesini sürdürür. Bu debelenme, emanet olarak verilen canını teslim edinceye kadar devam eder gider.
Bu küstahlıkların cezasının olacağını akıllarına getirmezler.
Tuzaklar içinde ulaşılmaz olduğunu düşünen bu insanlar şiddetli bir azaba düşecekler.
Dünyadaki diplerde debelenmeleri ahirette gayyalarda devam eder gider.
İş işten geçer, pişmanlıklar fayda vermez; yaptıklarına, kurdukları tuzaklara duydukları nedamet anlamsızdır.
Elleriyle kurdukları tuzaklarına kendileriyle birlikte başka insanların da düştükleri gerçeğiyle sarsıldıklarında, cezaları iki kat olmuştur…
Cezalandırılmadan önce, cezaları katlanmadan önce yapacakları vardı, yapmadılar.
Zulüm yapmamalıydı. Bütün haksızlıklardan uzak kalmalıydı. Allah'ın kendine işaret ettiği yolda olmalıydı…
Allah böylelerinin kalbini diriltir.
Onların gönlünü İslam’a açar ve güzellikler diyarının bir yolcusu haline getiriverir.
Bunun için dil ile isterken gönül kapılarını sonuna kadar açıp beklemek gerekir; bu bir görevdir.
Ne mutlu kalbi aydınlananlara.
Ne mutlu bu sınanma dünyasının gerçek yüzünü görenlere.
Kurtuluşa erecek olanlara.
Hakikati anlayanlara.
Ona teslim olanlara…
***
Allah kimi de saptırmak isterse onun kalbini daraltır.
Kalbinin kapılarını kapatır da gerçeklerin oraya girmesini engeller. Gerçekleri bulamayan kalp ise karanlıklar dehlizinin girişidir. Girince karanlıkları aydınlık zanneder. Aydınlığı görmemiştir çünkü.
Gerçekler karşısında nefes alamaz hale gelenler kaybedenlerdir.
Sanki göğe çıkıyormuşçasına nefessiz kalanlar imandan beslenemeyenlerdir.
“Allah, her kimi doğruya erdirmek isterse, onun göğsünü İslâm’a açar. Kimi de saptırmak isterse, onun da göğsünü göğe çıkıyormuşçasına daraltır, sıkar. Allah, inanmayanlara azap (ve sıkıntıyı) işte böyle verir.” (En’am, 6/125)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.