Mutluluğun ilacı

Bir aslanın ya da zebranın ünlenme gibi bir derdi olmaz. “Sahradaki en ünlü kaplan benim, en güçlü kartal benim!” diyen bir canlı da duyamazsınız. Bu özellik hepimizin bildiği gibi sadece insanda vardır. İnsan yaratılış gereği; anılmak, değerli biri olmak, faydalı işler başarmak gibi düşünce ve davranışlar içine girmektedir.

Bu vasıfları taşıyan insan aynı zamanda geleceğini çocuklarında görür. Çocuk yoluyla soyunun devamını sağlamak gibi girift bir düşüncenin emir eri gibi davranır. Çocuklar, insanın yaşam kaygılarının ve sorumluluklarının artarak hassas bir hal almasına neden olmaktadır. Çocuklarının yaşaması/çocuklarla yaşamanın bu hayattaki en tatlı duygu olduğunu, bu tadın hiç bozulmaması gerektiğini akıllarının ucunda tutarlar. Lakin çocuklarının mutsuzluğu, anne babayı da dünyanın en mutsuz insanı yapmaya yetmektedir. Bu durum onlar için acıların en etkilisidir. Her şeye rağmen çocuk, insanın gelecek ile ilgili kaygılarını artırır lakin ondaki mutluluk ve geleceğe yürüyüşte işini kolaylaştırmak için bir ilaç gibidir.

Çocuğu olmayanların ıstırabı bir başkadır. Onlar kendilerinde bir eksiklik hissederler, duygusal olarak çok daha alıngan davranışlar gösterebilirler, kendi gelecekleri için daha çok endişe içinde kalırlar. Bu duyguları birinden duymuş değilim ya da bir yerden okumuş da değilim. Bizzat kendi hayatımdan süzülüp gelen bilgiler olarak dile getiriyorum. Bizim on yılı aşkın bir süre çocuğumuz olmadı. Hem hanımımın hem de kendi hallerimi çok inceledim/irdeledim, etraf baskısının oluşturduğu farklılaşmayı yaşadım. O dönemde artık bu iş tamam, çocuğumuz olmayacak dediğim anda bizim duygusal boyutta savrulduğumuz yerleri de aklıselim ile değerlendirdim. Kontrollü kalabilmenin zorluğunu iliklerime kadar yaşadım. İşte o dönemde insan için üremenin ve çoğalmanın anlamını da fark ettim.

Ana babaların, çocuklarına gösterdikleri düşkünlük, onların adaletli davranma konusunda zaaf içine düştüklerini gösteriyor. Eşit de davranamıyorlar. Nice anne baba çocuklarının içine düştükleri durum ile yaşama sevincini kaybediyorlar, hayat neşesi olarak düşündükleri çocuklarının yaptıklarıyla büyük bir hüsran yaşıyorlar. Pişmanlıklar ve yalnızlıklar birbirini takip edip gidiyor. Terk edilmiş, unutulmuş anne babalar bile mevcut. Çocukluklarına gösterdikleri bağlılık ve alakanın kesilerek kendilerine gösterilmemesi ve vazgeçilmez olarak gördükleri çocuklarının duygusal baskılarına maruz kalarak usanç içinde bir hayatın içinde kalıveriyorlar. Hayallerini gerçekleştirmeyi bırakın artık gelecek adına hiçbir beklentisi kalmamış bir insan olup çıkıyorlar.

“Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen yeri asla yaramazsın, boyca da dağlara asla erişemezsin.”[1] ayeti çocukların nasıl yetiştirileceği konusunda izlenecek yolun özetini söylüyor.

Yine bu hallere düşmemek için Hz. Lokman’ın sözlerini anımsamak gerek:

“Evlâdım! Yaptığın iyilik veya kötülük hardal tanesi ağırlığında bile olsa, bir kayanın içinde saklı da olsa, göklerin veya yerin herhangi bir noktasında bile bulunsa, Allah onu çıkarıp âhirette karşına getirir. Çünkü Allah her şeyi bütün incelikleriyle bilir, her şeyden hakkıyla haberdardır.”

“Yavrum! Namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret. Kötülükten alıkoy. Başına gelen musibetlere karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar kesin olarak emredilmiş işlerdendir.”

“Küçümseyerek surat asıp insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü Allah, hiçbir kibirleneni, övüngeni sevmez.”

“Yürüyüşünde ölçülü ve dengeli ol; konuşurken de sesini ayarla. Unutma ki, seslerin en beğenilmeyeni eşeklerin sesidir!”[2]

İnsanın kutsal kitabı bunu emrediyorsa, çocuklarla ilgili takip edilecek yol, yapılacak ince ayar burada gizlidir. İşte yol boyu kulağa küpe olacak uyarılar. Çocukların sadece doğmaları ile yetinmek yanlıştır. Esas olan mesele onların doğumu ile başlayacak olan eğitim sürecidir.

Genellikle ilk çocuk, ilgiyi üzerinde toplamayı başarır. Küçük olan ise şımartılmaya daha müsait bir konumdadır. Ortanca olanlar daha olgun ve anlayışlı bir hal içinde olurlar. Her iki çocuğun içinde bulunduğu durumun dışında bir yerde olduğu için unutulmuş gibidirler ve büyük ile küçük arasındaki uçurumu dengeleme misyonu da onların omuzlarına yüklenmiştir.

Çocukların harçlıklarıyla ile ilgili eli sıkı olmak en büyük yanlıştır. Böyle olunca çocukların karakterlerinin zayıf olması, bayağı davranışlara meyletmesi söz konusu olabilir. Bununla da yetinmezler dürüstlük eşiğini negatif yönde değiştirirler de iflah olmaz bir kişiliğe bürünebilirler. Hatta şahsiyeti zayıf kişilerin tuzağına düşüp aşağılık işler yapmalarına bile sebep olabilir bu.

Bunun ölçüsünü de Allah (cc) kitabında şöyle ifade etmiştir:

“Eli sıkı (cimri) olma, büsbütün eli açık (savurgan) da olma. Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın.”[3]

Aralarında çatışma çıkarmadan onların saygı konusunda iyi yetişmelerini önemsemek gerek. Çocuklar büyüyünce çoğunlukla aralarında çatışmalar baş gösterir, ailenin dirliği düzeni bozulur. Kardeşler arasında çatışma çıkarmak aptalca bir davranıştır. Bu konuda hassasiyet son derece önemlidir. Sadece çocukları için değil yakın akraba çocukları için de aynı hassasiyeti göstermek önemlidir. Türklerde amcalar, halalar, dayılar ve teyzeler, anne ve baba yarısı sayılırlar. Yeğenler konusunda dikkatli davranmak, onlardaki öz saygıyı artıracak davranışlarıyla sevgilerini vermek onların görevleri olmalıdır.

Türk milletinin geçmişten getirdiği bu özellikler korunmalıdır. Geniş aile içindeki roller, yerli yerinde ve etkileşimli bir şekilde günümüz yaşantısından uzak tutulmamalıdır.

Hayırla yâd edilmenin yolu budur.


[1] İsra, 17/37.

[2] Lokman, 31/16-19.

[3] İsra, 17/29.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.