Hicr Halkı

Burası Hicr.

Medine ile Şam arasındaki Vâdilkurâ’da; Hayber ile Tebûk arasında bir yer.

Sarp kayalıklarla çevrili vadinin içinde…

Daha önce burada Ad kavmi yaşamıştı, bunu kulaktan kulağa duymuşlar ve onların başına gelenleri de dinlemişlerdi.

Ama…

İşler olması gerektiği gibi gitmedi.

Bir şeyler oldu. Halkı yönlendiren bir grup tarafından birçok şey manipüle edilmeye başlandı...

Sonrasında kendilerini uyarmak için gelen elçiyi yok saydılar. Kâle almaz tavırlarıyla onun tebliğ ettiklerine karşı bir başkaldırı içinde oldular.

Körlüktü yaşadıkları. Göremediler/görmezden geldiler.

Zifiri karanlıkta görmeyen bakışları hep kötülük üzerine düştü. Kötülük içinde kaldılar. Gerçeklerin aydınlığını yok etmek gibi garip ve tuhaf bir düşüncenin esiri oldular. Esirlikleri uzun sürdü. Vazgeçip gerçeklerle buluşmayı hiç düşünmediler…

Gözleri açıktı ama gerçeği görmediler.

Kulakları seslere açıktı ama gerçekleri duymadılar. Duymak istemediler.

Vaat edilen güne inanmadılar. İnananları da korkutup vazgeçirdiler. İnanmalarını zayıflık saydılar.

Kendilerinden biriydi gelip onları uyaran. Uyarıp dikkatlerini çeken…

Onların bütün hallerini iyi bilirdi çünkü o toplumda yaşamıştı. Yaşayış ve inanışlarının nasıl olduğunun farkındaydı.

Görevlendirildi. Elçi olarak onlara gönderildi.

Geldi ve uyardı.

“Ey kavmim, Allah’a kulluk edin!” dedi.

Bu çağrı dağda taşta yankılandı ama kavmin inanmasını önlemek için dokuz kişilik çetenin kulaklarında bir yankı yapmadı.

Onların güdümündeki toplumu da etkilemedi.

Kâinatı yaratan Allah'ın gücü ve kuvvetini anlayacakları delilleri de yok saydılar. Kendi bildiklerini okumaya devam ettiler…

Elçi Salih Peygamberin davetinin kendi etkilerini/etkinliklerini yok edeceğini düşünüp düşmanlıklarını artırdılar. Onlar ellerinde tuttukları ekonomik ve siyasi gücü kaybetmekten korktular…

Yöneticilik ve yönlendiricilik özelliklerini kaybedecekleri düşüncesiyle cinnet geçirdiler. Çağrıldıkları şeyleri inkâr etmekle kalmadılar. Hz. Salih’in (as) dâvetinin toplumda yankılanmasıyla iman eden ekonomik gücü zayıf insanlara da meydan okudular:

“Sizin iman ettiğiniz şeylerin tamamını inkâr ediyoruz.” dediler.

Bu, onlara bir korku verme çabasıydı. Onların inandıklarını reddettiklerini söylemekle inananları da küçümsemişlerdi… Bu aynı zamanda, onları ezmeye, horlamaya ve sömürmeye devam edeceklerinin ifadesiydi.

Ayrıldılar, ayrıştılar ve ayrıştırdılar.

Böylece kendileri için açık bir düşman tarifi yaptılar. Hz. Salih başta olmak üzere ona inananların tamamını düşman bildiler.

Kendilerini hep güçlü gördüler.

Sanatçı olduklarını söylemekten geri durmadılar. Taşları ve kayaları oyup dünyalık köşkler yaptılar. Yaptıkları nadide evler kulaktan kulağa yayılıp her yerde duyuldu. Bu yol ile bir üstünlük gayretine büründüler.

Dağları, taşları oyup evler yapan güçlerine güvendiler. Yaptıkları evlerin sarsılmaz oluşuna, sağlamlığına ve yıkılmayacağına güvendiler. Bu güven onları inkarcılığa sürükledi. Sürüklendikçe kendi yaptıklarını doğrulama çalışmasına devam ettiler.

Gerçekleri örtüp yanlışların doğruluğunu kabul ettirmeye çalıştılar. Çalışmaları hep bu yanlış üzerineydi.

Kendilerine gönderilen Elçi, bütün yapılanlara rağmen kavminin başına bir kötülük gelsin istemediği için uyarmaya devam etti:

“Salih, onlara “Ey kavmim! Niçin iyilikten önce kötülüğün acele gelmesini istiyorsunuz? Merhamet edilmeniz için Allah’tan bağışlanma dileseniz ya!” (Neml, 27/46)

Hz. Salih (as) toplumunu iyi biliyordu. Neyin peşinde olduklarını da. Onların kötülüğü çağırması sebebiyle başlarına gelecekleri hazırladıklarını anlattı.

Bütün bu uyarılara rağmen onların derdi Hz. Salih’i zor durumda bırakmaktı. Kendilerini çok güçlü gördükleri, kendileriyle hiç kimsenin baş edemeyeceğini düşündükleri için meydan okudular:

“Onlar, “Sen ve beraberindekiler yüzünden uğursuzluğa uğradık” dediler. Salih, “Sizin uğursuzluğunuzun sebebi Allah katındadır (yazılıdır). Aslında siz imtihan edilmekte olan bir kavimsiniz” dedi.” (Neml, 27/47)

Hz. Salih (as) onların sınandıklarını açıkça ifade etti. Onların bu sınanma neticesinde başlarına dünyada büyük bir belanın gelebileceğini, ahirette ise beklemedikleri ve inanmadıkları ateş yurdunun mukimleri olacaklarını söylemesi de bir şey ifade etmedi.

İnatlarına devam ettiler.

İnatlaştılar.

İnatları onların yanlışlarını ve düşüncelerini derinleştirdi.

Derinleştikçe çıkış yolunu kaybettiler. Çıkış yolunun bilinmezliklerinde daha çok yok olmaya başladılar.

Dokuz kişilik bir çete ya da dokuz ayrı grup bir fecaate imza attılar. Sonlarını hızlandırdılar. Allah'a karşı düşmanlıklarını açık ettiler:

“Aralarında Allah adına ant içerek şöyle dediler: “Mutlaka onu ve ailesini geceleyin öldüreceğiz, sonra da velisine; ‘Biz onun ailesinin öldürülüşüne şahit olmadık. Biz kesinlikle doğru söyleyenleriz’, diyeceğiz.” (Neml, 27/49)

Onlar bir tuzak kurdular.

Tuzakları o ana kadar görülmemiş kadar dehşet vericiydi. Allah'ın elçisini öldüreceklerdi. Her türlü yalan dolan, hile hurda içinde bir plan, bir tuzak…

Kurdukları tuzaklarını kimsenin göremeyeceğini düşündüler. Herkesten akıllı oldukları kanaatiyle planlarının peşine takılıp gayyalara doğru yuvarlanmaya başladılar ne ile karşılaşacaklarını bilmeden…

Onlar böyle düşünüp, adım adım kendi zaferlerini ilan etmeye hazırlanırken alemlerin Rabbi Allah'ın gücünü yok saydılar. Allah şöyle buyurdu:

“Onlar (böyle) bir tuzak kurdular. Farkında değillerken Biz de (kendilerini helak edecek) bir tuzak kurduk.” (Neml, 27/50)

Allah’ın tuzak kurmasının ne anlama geldiğini inkârcılar çok yakında anlayacaklardı. Kendilerine verilen mühlet ile şımarmaya devam ettiler.

Ansızın, hiç beklenmediği bir anda onları yakalayıvermekti. Ansızın kurtuluşu olmayan bir yakalanıştı bu.

Kibir, isyan ve şımarıklıkları karşılıksız kalmazdı, kalmadı da. İnkârcıların inkârlarına ceza ile karşılık verdi:

Bak, onların tuzaklarının sonucu nasıl oldu: Biz onları ve kavimlerini topyekûn helâk ettik.” (Neml, 27/51)

Meydan okumalarına, hadi hiç vakit geçirme de bizim başımıza gelecekleri getiriver diye meydan okumalarına cevabı aldılar. En şiddetlisinden.

Meydan okumalarının neticesinde vaat edilen gün gelip çattı.

Beklemedikleri bir şekilde geliverdi.

Bir sabah vaktiydi.

"Sabaha girerlerken kendilerini o sayha yakaladı. Kazandıkları kendilerinden hiçbir şey savmadı." (Hicr, 15/83-84)

Kalpleri yerinden koparan bir ses; korkunç bir sesle olan oldu. İşte bu onlar için ceza şekliydi. Büyük bir felaket ile cezalandırılmışlardı.

Yazılanları yaşadılar.

***

Bir kalabalık, bir mahşer…

Herkes hesap derdinde.

Yaşadıkları günleri hatırladılar: Işıltılı günler meğer ne kadar da anlamsızmış. Onun peşinden sürüklenip gitmeleriyle sınavı kaybettiklerini anladılar.

Sadece sesleri duyuyordu; göremiyordu.

Hesap veremeyeceğini anlayınca:

“Rabbim!” dedi.

Rabbini hatırladı. İlk kez böyle diyordu. Kendinden utandı.

Hesabı kaybetmiş biri için artık ne söylerse söylesin bir anlamı yoktu.

Artık, “Rabbim!” demenin fayda etmediği o vakit gelip çatmıştı.

Ne yaptıkları ne de kazandıkları hiçbir fayda sağlamamış, onların cezalarını önleyememişti.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.