Duran Çetin
Başörtüsü verin
Sarsıntının ikinci günü.
Enkaz başında onlarca insan var. Kurtarma ekipleri orada. Bir canlı emaresi var. Ekipler yoğun bir şekilde oraya odaklandı.
Dışardaki umutlu bekleyiş yerini sevince bırakmaya hazır.
Birazdan bir can daha enkaz altındaki karanlıklar içinden aydınlığa, gün ışığına kavuşacak.
Sedye istendi.
Hareketlilik arttı.
Kameralar iş başında. Çoğu canlı yayın yapan kanallar açılan tüneli gösterip görüntüleri aktarmaya devam ediyor.
“Şimdi bir canlı daha çıkacak, ekipler tüm hızıyla zamanla yarışarak sona yaklaştı…” anonsları tüm Türkiye’ye müjde vermeye başladı.
Yıkıntı büyük. Yıkıntı korkutucu. Yıkıntı kalpleri sızlatıcı…
Koskocaman devasa bina nasıl bu hale geldi? Nasıl olur da süslü püslü albenisi olan bu gösterişli bina demir ve beton karışımı bir moloz yığını haline geliverdi.
“Sessizlik!” diye bir anons duyuldu.
Her yer, herkes sessiz.
Ortam harabe sessizliğine döndü. Sanki Şuayb peygamber zamanına geri gidildi.
***
Şuayb Peygamber halkını uyardı durdu da hakka tabi olmadılar. Halk bildiğini yapmaya, düşmanlıkta ileri gitmeye devam etti. Şuayb Peygambere uymayı düşünenleri de kavmin tanınmış imansızları ile önde olanlar tehdit etti. Eğer uyarsanız sizler hüsrana uğrarsınız. Zarar edenlerden olursunuz.
Tehditler uçuştu. Gözleri korktu, kalpler titredi. İman etmekten uzak durmaya devam ettiler. Meyli olanlar da bu ve buna benzer sebeplerden kendilerini çektiler. Sonuçta uyarılara kulak tıkayanların yaptıkları karşılıksız kalmadı.
Allah'ın hükümlerini yok saymanın bir bedeli her dönemde olacak elbette. Allah ile yarışa girmek ve Allah'ın yasakları konusunda hassasiyeti kaybetmek de bir karşı duruşu ortaya koymak anlamına gelecek…
“Derken, onları o korkunç sarsıntı yakaladı da yurtlarında yüzüstü hareketsiz çöke kaldılar.” (Araf 7/91.)
Sarstı da sarstı. Sanki perçemlerinden bir el onları tuttu da yüzüstü yere fırlattı. Kıpırdayamaz bir hâlde öylece kalakaldılar. Yüzüstü sürünerek kurtulmaya çalışsalar da beyhude bir davranıştı bu. Çünkü onlar haddi aşmışlar, isyanda sınırı taşırmışlardı. Allah onlarca yıl onlara tövbe etmeleri için fırsatlar tanımıştı halbuki. Sarsıntı o kadar şiddetliydi ki onları çarpıverdi de yerlerinden kıpırdayamadılar. Cereyana tutulmuşlar da etki alanından çıkamamışlar gibi oldular…
Yalanladıkları için ziyan içinde kaldılar. Yerleri yurtları sanki hiç yaşanmamış gibi yıkıntı haline gelivermişti. Yok burada kimse yaşamamış olmalıydı. Bu enkazın altından nasıl kurtulabilirlerdi ki?
Geçmişte yaşayan kavimlerin zelzeleler ile nice yurtları yok olmuştu?
***
Enkaz başındakilerden bir sevinç dalgası başladı. Yayıldıkça yayıldı. Yüzlerce kişiyi içine aldı. Daralmış gönüllerde bir sevinç oluşturdu. Gönüllerden yüzlere sirayet etti ve buruşmuş yüzler geçici olarak sevinç ile parladı.
“Çıkıyor!” dedi gür bir ses.
Bu sık sık duyulmaya başlamıştı. Herkes bundan sonra ne olacak diye düşünmüyordu artık. İçerde yıkık altında kalan kimse ilk önce sedyeye alınacak sonra üzerine sarı alüminyum folyo örtülecek ve ambulansa kadar iki taraflı oluşturulan insan koridorundan ambulansa ulaşacak…
İçerdeki kadın başörtüsü istemişti. “Başörtüsü getirin, ben bu halimle çıkamam.” demişti.
Açılan tünelin içinde olan kurtarma ekibinden biri gür sesiyle bağırdı.
“Başörtüsü verin!”
Bu ses yankılandı harabeye dönen şehirde. Gönüllere sirayet etti. Herkeste farklı çağrışımlar yaptı.
“Mümin kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. (Yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesna, zînet (yer)lerini göstermesinler. Başörtülerini ta yakalarının üzerine kadar salsınlar…” (Nur 24/31.)
Kimisi “şimdi başörtü zamanı mı” diye kadının isteğini küçümsedi. Bu küçük bir azınlıktı zaten. Bunlar geçmiş kavimlerin başına gelenleri ya hiç duymamıştı ya da onlardan ibret almamıştı.
Çoğunluk tekbir getirdi.
Yer gök tekbir sesleriyle inledi.
Tekbir seslerine gözyaşları eşlik etti.
Ne yüce bir imandı bu.
Kurtarma ekibinden biri bağırdı:
“Senin imanını seveyim.” dedi. Dedi ve gözyaşlarını tutamadı. “Allahuekber!” diyerek gönül yangınını söndürmeye çalıştı.
Ekipten bir başkası göğe yükselen o cümleyi ana tanıklık etmek için söyleyiverdi:
“Senin Allah'ına kurban, kurban olurum ben sana ve senin başörtüne, senin imanına…”
Toz duman olan ortamda gözyaşları toz dumanı yatıştırdı.
Bir başörtüsü elden ele verilerek açılan tünelin ağzına ulaştırıldı. Oradan da içeriye.
Az sonra kadın açılan delikten göründü. Başörtüsü başındaydı. Bu manzara herkesi duygulandırdı. Allah'ın emrinin yerine getirmek için zor ya da kolay zaman yoktu. Her zaman emrine itaat etmek gerekirdi.
Belki de kadın kul olmanın gereğini yerine getirmedikleri için başına bu felaketin geldiğini düşündü. Artık içerde geçen sürede bazı kararlar almıştı.
Tekbirler arşa yükseldi. Sevinç çığlıkları alanda yankılandı.
Bu manzara derin etkiler bıraktı.
Enkaz kenarında bulunan bir genç kız vardı ve ağlıyordu. Oracığa oturuverdi. Bir moloz yığının üstüne.
Kendi kendine söylenmeye başladı:
“Bu bir uyarı.
Ben bunu şimdiye kadar neden anlamadım.
Nasıl bu çağrıya uymadım.
Teyzedeki imana bak!
Nasıl olur da beni enkazdan çıkmamı nasip eden Allah'ın emirlerini yok saydım ve görmezden geldim.
Bu bir uyarı benim için. Ben artık gerçekleri görmeliyim.
Belki de tövbe etmem için bana verilen bu fırsatı değerlendirmeliyim.
İlk önce teyzeden gelen mesajı almalıyım.
‘Örtüneceğim’ bundan sonra ölünceye kadar…”
İlk önce boynundaki büyük atkıyı başına sardı. Atkının ucuyla gözyaşlarını sildi. Yanındakiler onun bu davranışına ve konuşmasına tekbirlerle eşlik ettiler. Bir kadın onu kucakladı ve sarıldı, tebrik etti. Onun gözyaşlarına gözyaşlarıyla arkadaşlık etti.
İman varsa imkân vardır cümlesi bir kez daha gerçekliğini haykırdı.
Tüm cihana ilan etti…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.