Duran Çetin
Ahkâf Diyarında- 3
Bütün yaptıklarına karşın Hz. Hud halkını uyarmaya devam etti. İçinde bulundukları kuraklık kendilerine verilen nimetlerin nasıl yok olduğunu görmelerini sağladı. Buna rağmen çağrılara kulak tıkamaya devam ettiler:
“Ey kavmim! Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O’na tövbe edin ki, üzerinize bol bol yağmur göndersin ve gücünüze güç katsın. Günahkârlar olarak yüz çevirmeyin.” (Hûd, 11/52)
Onun söylediklerini kale almaz tavırlarına meydan okumayı da eklediler.
Kendilerine mucizeler göstermesini beklediler:
“Ey Hûd! Sen bize açık bir mucize getirmedin. Biz de senin sözünle ilâhlarımızı bırakacak değiliz. Biz sana iman edecek de değiliz.” (Hûd, 11/53)
Gerçi mucizeler getirse de bir şey değişmeyecekti. Küfürlerindeki inatlarına devam edip gideceklerdi. Öyle de oldu. Meydan okumalarını artırdılar. Baskılarına devam ettiler. Hz. Hud’un peygamberliğine inanmadıkları gibi onu itham etmeye kalktılar. Onun dile getirdiklerinin gerçeklikle alakasının bulunmadığını söylemekten çekinmediler. Konuştular da konuştular. Aklını kullanmadan konuşmaya devam ettiler. Konuştukça kendi sonlarına daha çok yaklaştılar.
Peygamberlerini akılsızlıkla suçladılar da kendi akılsızlıklarını böylece örtmüş olduklarını sandılar. Bu halleri onların daha çok akılsızlık içinde bocalamalarına sebep oldu.
Bu olup bitenler Hz. Hud’un görevi konusundaki titizlenmesini ifade ediyordu. Onların bütün küçümseme, itham ve aşağılamalarına karşın tebliğe ve uyarılarına devam etti.
Biz sadece şunu söyleriz: “Seni, ilâhlarımızdan biri fena çarpmış.” Hûd, dedi ki: “İşte ben Allah’ı şâhit tutuyorum. Siz de şâhit olun ki, ben sizin Allah’ı bırakıp da O’na ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Haydi hepiniz toptan bana tuzak kurun, sonra da bana göz açtırmayın.” (Hûd, 11/53-55.)
Kavminin ileri gelenlerinden inkâr edenler dediler ki:
“Şüphesiz, biz seni akıl kıtlığı içinde görüyoruz. Biz senin mutlaka yalancılardan biri olduğuna inanıyoruz.”
Hûd, şöyle dedi: “Ey kavmim! Bende akıl kıtlığı yok. Aksine ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim.” (A’râf, 7/65-67)
Hûd, kavminin davranışlarına çok üzülmüştü. Ellerini hüzünle semaya kaldırıp Cenabı Hakk’a iltica etti. Bunun üzerine, kavmi sıkıntılar yaşamaya başladı. Şahit oldukları mucizelere rağmen yine:
“Sen bize bir mucize göster!” dediler.
Ardından daha da ileri giderek, sınırları aştılar. Sınır tanımazlıkları onları kaçınılmaz sona doğru sürükledi. Sınanmalarından başarı ile çıkamayacaklarını belli eden inatlarına ve tehditlerine artırarak devam ettiler:
“Sen bizi tanrılarımızdan çevirmek için mi geldin? Haydi, doğru söyleyenlerden isen, bizi tehdit ettiğin şeyi (azâbı) başımıza getir! dediler.” (Ahkâf, 22)
Verimli topraklar kuruyan pınarlar sebebiyle kuraklaştı.
Bağlar-bahçeler sararmaya başladı.
İri cüsseli güçlü kuvvetli insanlar, muhtaç duruma geldi.
Hûd, onları tekrar topladı. Yeniden kendilerine öğüt verdi: “Allah’tan mağfiret dileyin!” dedi ve onları açık bir şekilde ikaz etti:
“...(Hûd) dedi ki: «Ben Allah’ı şahit tutuyorum; siz de şahit olun ki, ben sizin ortak koştuklarınızdan uzağım! O’ndan başka (taptıklarınızın hepsinden uzağım). Haydi hepiniz bana tuzak kurun; sonra da bana mühlet vermeyin! Ben, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a tevekkül ettim. Çünkü hiçbir canlı yoktur ki, Allah, onun perçeminden tutmuş olmasın. Şüphesiz Rabbim, dosdoğru yoldadır.” (Hûd, 11/54-56)
“Eğer yüz çevirirseniz, tebliğ etmek için gönderildiğim şeyleri size bildirdim. Rabbim (dilerse), başka bir kavmi sizin yerinize getirir de O’na hiçbir zarar veremezsiniz! Çünkü benim Rabbim, her şeyi hakkıyla gözetendir.” (Hûd, 11/57)
Bütün kavmine meydan okudu.
Neyiniz varsa ortaya koyun.
Fırsatı değerlendirin.
Hadi gücünüz yetiyorsa beni ortadan kaldırın bakalım.
Hiçbirinizden korkmuyorum çünkü ben Allah'a ve onunu dilemesinin dışında bir şeyin gerçekleşmeyeceğine tam olarak inanıyorum…
Ben ancak Allah’a dayanır ve O’na kulluk ederim.
Bu sözüne karşı cehalet ve sapıklık içinde debelenen düşmanları ona hiçbir zarar veremediler. Onu davasından vazgeçiremediler.
Âd kavmi o kadar sıkıntı ve kıtlık çekmelerine rağmen, yine de istiğfar edip, Allah’a ve tevhit akidesine dönmediler.
Zira zenginliğin verdiği gaflet, rehavet ve azgınlık sebebiyle Allah’a kulluktan çok uzaklaşmışlardı.
Gafillik içinde yaptıkları son tahrik onların sonunu hazırlamaya yetti.
“Haydi, doğru söyleyenlerden isen, bizi tehdit ettiğin şeyi (azabı) başımıza getir! dediler.” (Ahkâf, 46/22)
Allah'a meydan okumaları karşılıksız kalmazdı.
Kalmadı da.
Kuru bir rüzgâr onları bekliyordu.
Ya da onlar kuru bir rüzgâra doğru ölümüne koşuyorlardı…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.