Kitapçının İnşa Ettiği, Kütüphanecinin Yaptığı

Üniversitede öğrenci olduğum yıllar, 90’ların sonları. Bilinen kitapevlerini geziyorum, enes, çizgi, kitap dünyası, nükte vd. Kitabevleri o zaman bir üniversite gibi işlev görüyor. Okuyan yazan öğrenci ilgili kim varsa biri diğerini kitabevinde buluyor, tanıyor. Bir de üstüne dergi çıkaranlar oluyor. Yerel gazetede köşe yazarları vd. canlı bir kültürel iklim. Üstüne, yirmisekiz şubatın, tanklı, toplu, Fadime Şahin, Müslüm gündüz, Reha Muhtar Ali Kırca’lı bombardımanları, manşetler. FETÖ’nün darbeyi meşrulaştırıcı, baş açmamakta direnen kızların direncini içeriden yıkıcı, füruat, bırakın gidin söylemleri. Müthiş bir psikolojik baskı havası haberlerden gazete manşetlerine, andıçlar. Operasyonlar. Sanki o iklim dağılmış demesek de bocalanmaya başlamış. Okunanlar, kitaplar, başörtüsü yüzünden ilk başta okula alınsa da sınıfta başı açtırılan arkadaşlar, daha sonra fakülte koridorlarının yasaklanıp, bina girişine kadar kapalı girilmesine izin verilen sınıf arkadaşlarımız. Biz mezun olduktan sonra daha da ileri gidilip, fakülte ana giriş kapısına genişletilen yasaklar. Okulu bırakanlar, peruk arayanlar, takanlar, zoraki başı açtırılanlar ve üç yıl beraber okuduğun arkadaşını başı açık görmemek için yıllarca en arkada oturduğun sınıf derslerinde en ön sıralara oturarak kendince bir şeyler yaptığını sanmak. Yıllar boyunca, fakülteden içeri başı kapalı girmelerine izin verilmeyen kızlar için, fakülte ana giriş kapılarının yanına yapılmış, baş açma, kapama için düzenlenmiş ayna, vs olan bir şey, lavabo, tuvalet aynası, adını koyamadığım, gördüğümde irkildiğim bir şey. Dönemi anlatan bir metafor sorsalardı üniversite girişlerine yerleştirilen o “baş açma kapama” alan düzenlemesinin fotoğrafını seçerdim. Trajedi ve komediyi içinde barındırıyordu. İsmail Özen’in, adaşı İsmet Özel’in şiirinden “karlı bir gece vakti bir dostu uyandırmak” kitabına rastladım cumartesi günü. Okuyacağım. Bu anları hatırlattı bana tekrar… bu anı yaşayınca, başka bir şeyi hatırladım. Çocuk edebiyatı dersimize Halil Güntan hoca girerdi. Kalın gözlükleri, içi kitap dolu, ağır siyah çantasıyla yer etmiştir. Ve müthiş okuma tutkusuyla. Çok hoş sohbet, kitapları yalamış yutmuş bir adamdı. Okuduğu ve tutkuyla bir şeyler okuduğu her halinden belliydi. Hiç konuşmadık, tanışmadık. Çocuk edebiyatı sınavında çocukken okuduğumuz bir kitap üzerine yazı istemişti de iki yıl okul tatilini yazmış, yüz almıştım. Sonra bir daha karşılaşmadık. İşte, o dersi alırken ya da aldıktan sonra, şu an tam hatırlamıyorum, Zafer’deki kırmızı çarşıda gezip dolanıyordum, gümüş vb mağazaların arasına sıkışmış bir kitapçı gördüm. Şaşırdım. İçeri girdim, kitaplara bakıyorum. Kitapçı, bir süre daha kitaplara bakacak mısınız dedi? Evet dedim. O zaman ben aşağıda mescide gidip geleceğim, dükkan yarım saat size emanet dedi, çıktı gitti. Şaşırmıştım. Yarım saat kırk dakika sonra geldi. Şaşırdım, dedim ki, beni tanımıyorsunuz, bu kadar kitabı, dükkanı, kasayı bırakıp nasıl gittiniz? Nasıl güvendiniz? Nasıl güvenmeyeyim dedi. Güvensizlik ile nereye kadar gidebiliriz. Kitabı seven birine güvenmeyip kime güveneceğiz? Bak, ben sana güvendim, sen de durdun, bir kaybım olmadı. Güveni böyle inşa edebiliriz ancak dedi. Biraz daha şaşırdım, kitapçılık tutkusu, mesleği nereden geliyor diye sordum, sohbete başladık. Ortaokulda öğrenciyken kitapları çok seven bir hocasından sonra başlamış kitap tutkusu içinde. Kendindeki tutkuyu öğrencilerine aşılamış. Kitabın az olduğu o dönemde kitabı verir ama liste tutmazmış hocası, getireceğinize güveniyorum diyerek, güven inşa ediyormuş çocuklarda. Biz de kitabı götürürdük dedi. Ondan sonra hayatı değişmiş. Kimdi hocanız dediğimde, kalın siyah gözlüklü, siyah kitap dolu çantalı adam, Halil Güntan demişti. Şaşırmam gerekirdi belki ama şaşırmadım. Halil hoca, şimdi öldü mü, yaşıyor mu bilmiyorum. Vefat ettiyse Allah rahmet eylesin, yaşıyorsa hala bir şeyler okuyordur sanırım. Lisansta okutulan bir dersin hocasıydı. Bazen adını dahi hatırlamadıklarım oldu. Dersindeki kitap analizleri, hikayeleri, yorumları, üslubu ile geride iz bırakan bir hocaydı. Kitabı sevdiren hoca, güveni inşa eden kitapçı, kütüphaneci bu dünyayı aralayan, açan, anahtar kişilerdir… anahtar bazen kapıyı açar, bazen kilitler. İnsana güven konusunda, on sekiz yirmi yaşında o kitapçıdan aldığım unutulmaz bir dersti bu. Hep anlattım öğrencilerime. Şimdi de buraya yazdım. Ama yaşıyorsan, alacağın ders bitmez.

Bu kez aldığım ders de bir kütüphane görevlisinden oldu: İnsana güvenmeme dersi. Resmi, prosedürde olan bir işlem için kütüphane kaydı ile ilgili bir işlem gerekiyordu ve süre sınırlı, mesaiye yetişilmesi gerekiyordu. Sadece, ilişiği yoktur diye bir imza. Küçük sayılabilir bir yekun, borç çıktı. Süre sınırlı, elden verelim, siz işlemi gerçekleştirin dedim olmadı. Şu imzayı atın, evrakı vereyim, gelip havale edeyim dedim, olmadı. Süre geçiyor, ibanı aldım, yatırdım. Yine ikna edemedim kütüphane görevlisini. Amirimle görüşün dedi. Geçen gün ömürden gidiyordu. Prosedürü tamamlayın, dekontu, isim bilmem ne bilgileri vs vs ile belirtilen mail adresine gönderin dediler. Onu da yaptım. Bizim hesabımıza henüz düşmedi, imzalamam diye inada döndü. Mobil bankacılık uygulamasından, havaleyi, dekontu gösteriyorum, yine inanmıyor, güvenmiyor. Eposta gelmedi, borç bana kalabilir, imzalamam… yahu, parayı al, almıyorsun, havaleye güvenmiyorsun, whatsuptan göndereyim, istemiyorsun işi yokuşa sürmek için mi para ödeniyor sana demedim. Bakın, bu kurumda çalışıyorum, eksik çıkarsa, alo dersin, şu komik miktar için uğraştırmayın… hayır. Çözemedik. Kitapçıda bulduğum güveni kütüphanecide kaybettim. Bu kadar güvensizlik oluşturacak ne yaşamış olabilir ki diye düşündüm. Hala da düşünüyorum, neden bu kadar işi yokuşa sürmenin gerekçesi, bulamadım. Onun ya da benim için bir zamanlama hatası sanırım. Üst merciler, bunun için varmış, başka bir sorumluya ulaştım, sakinleştirdi, hızla sorunu dinledi, anladı. Evrakı, imzaladı. Çark bu iyilerle dönüyor, her zamanki gibi. Sonuç mu? Sonuçta, evrak mesaiye yetişmedi. Kaldı. Daha kötüsü, insana, öğrenciye güvensizlik konusunda unutulmaz bir düşkırıklığı yaşadım. Kulağımda Barış Manço’dan Ali Yazar, veli bozar… alemin dengesi bu galiba. Yazık dedim, yazık. Kırmızı çarşıdaki kitapçının inşa ettiği güveni kaybettim kütüphane kapısında. Oysa, kütüphane veri tabanları, erişim, dergiler, yayıncılık vs. yanında Mary K. Bolin’in “The 21st Century Academic Library-Global Patterns of Organization and Discourse” üzerine bir şey yazacaktım. Manga’nın şarkısından mülhem, “kaldı yazılmamış kitaplar…”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.