Saime Nazlı Kuru
Ekran Işığında Karanlığa Yürüyüş
Odamız artık lambalarla değil, telefon ekranlarının ışığıyla aydınlanıyor. Çocuklarımız ders kitaplarının başında değil, sosyal medyanın sonsuz akışında kayboluyor. Oyun oynarken kısa sürede sinirlenip bağırıyor, çağırıyorlar; sabırları ekran kadar sınırlı hâle gelmiş. Onlara kızıyoruz, “sürekli telefona bakma!” diye çıkışıyoruz. Ama dürüst olalım: biz büyükler de aynı bağımlılığın içindeyiz.
Oğlum bazen bana kızıyor: “Anne, sen de hep telefondasın.” Ve haklı… Onlara örnek olamayan bizler, şikâyet etmeye ne kadar hakkımız var? Bugün eleştirdiğimiz gençliği aslında biz elimizle kurduk.
Sosyal medya bizi eğlendiriyor belki; ama aynı zamanda zamanımızı, ailemizle geçireceğimiz sohbetleri, dostluklarımızı ve en önemlisi de insanî bağlarımızı çalıyor. Aynı masada oturuyoruz, yan yana duruyoruz, ama birbirimizin yüzüne bakmıyoruz. Çay soğuyor, kelimeler tükeniyor, ekranlar ise hiç kapanmıyor.
Üstelik mesele sadece kaybolan zaman değil. Telefon ışığı gözlerimizi yoruyor, sürekli eğilip bakmaktan boynumuz kamburlaşıyor, ellerimiz uyuşuyor. Sağlığımızı bile bile feda ediyoruz. Yani sosyal medyanın bedeli sadece ruhumuzdan değil, bedenimizden de kesiliyor.
Artık kendimizi kandırmayı bırakmalıyız. Yemek masasında, sohbet sırasında, ailemizle vakit geçirirken telefonu kenara bırakmak, birbirimizin gözünün içine bakmayı yeniden öğrenmek çözümün ilk adımıdır. Çünkü geleceğimizi aydınlatacak olan telefon ışığı değil; birbirimizi gerçekten görmeyi ve aydınlatmayı öğrenmemizdir. Aksi halde ekran ışığında yavaş yavaş kendi karanlığımıza gömülüyoruz. Gerçek çözüm, sevdiklerimizin ışığında var olmaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.