Duran Çetin
Çile
Yaşadıklarımı, yürüdüğüm yolun doğruluğunun işareti olarak kabul ettim ve mücadele hevesim arttı.
“Çileli bir hayat” diye söze başlasam mana ikliminin ortasında kalakalınır. Bu dünyanın derinliklerinde yer eden duygular kabarır ve herkes kendi hayatının çile ile dolu olduğunu, çile ile yoğrulduğunu söylemekten geri durmaz. Yaşı kaç olursa olsun kendi hayatını gözden geçirir. Bununla yetinmez, duygu seline kapılıp yaşadıklarının çile olduğunu düşünür ve bu çileli hayatın kendine yaptıklarını dile getirmeye başlar. Sonunda ya şükreder ya da bunu hak etmediği düşüncesiyle sarsılır. Eziyet, sıkıntı ve meşakkat çilenin çağrıştırdığı kelimeler. Bunlara katlanmak ise insanı olgunluğa götürür. Olgunluk demişken, Semiha Ayverdi’nin dediğini de hatırlamak gerek:
“Öyle ki çile ve mihnet dediğimiz nice hayat cilveleri vardır ki bunların safa ve nimet olduğunu hiç kinse bilmez.”
Hakikaten öyle değil mi? Karşılaştığımız sıkıntılar bizim için bir nimet midir, konusunda iyi düşünmek gerekir. Düşünmek zaten başlı başına bir eğitim yoludur. İnsanın nefsini eğitmesinin yolu…
Hâlbuki çile çekmek öyle düşünüldüğü gibi karşılaşılan basit olayları ajite ederek iç dünyasında acıların çocuğu modunda yıpranmak değildir.
Bir dervişin maneviyatı ile baş başa kalmak için şeyhinin izniyle inzivaya çekilip dünya nimetlerinden el çektiği, kendini ibadete verdiği kırk günlük devre ve bu devrede geçirilen hâl olduğunu düşününce çilenin olgunluk sürecine ulaşmak için aşılması gereken bir zaman dilimi olduğu ortaya çıkıyor. Bu süreci sabır ve hedefe ulaşma hevesi ile tamamlamak nimet değil de nedir? Nefsin özgürlüğünü ilan edip dilediğini yapmaya başlaması insanın dünyasını kaybetmesi anlamına gelir. Bu, nefsin her istediğini yaptığı dünya hayatının ardından kavuşmayı arzu ettiğimiz ahiret nimetlerinin de yok olmasını beraberinde getirecektir. Bu çilenin, meşakkat gibi görünse de, özünde bir nimet olduğu aşikârdır.
Allah'a erişme yolunda nefsi terbiye etmek için haz verecek her türlü şeyden el çekilip her türlü sıkıntının göze alındığı, müddeti değişik perhiz ve riyazet devresi; Mevlevi olan birinin bütün olup bitenleri ve olup bitecekleri bir yıl boyunca dergâhta geçirmesiyle ulaştığı nefsi olgunluk nimet değil de nedir?
İnsanın kendine yaptığını kimse kimseye yapmaz diye bir sözümüz var. İnsan ne yaparsa kendine yapar diye başka bir cümle zihinlerde yer etmişken yapılanlara bir bakmak gerek. Kimisi çıkar der ki laik devlet yapısı içinde görev almak, görev yapmak caiz değildir. Hatta insanın imanını zedeler, yaralar ve yok eder. Daha ileri giderek “devlet içinde görev alanları şirk içinde olmakla" suçlar. Bunlar hangi kafanın ürünüdür bilmiyorum ama hakikat şu ki bu zihniyete sahip olanlar mevcudiyetini halen devam ettiriyorlar. Belirli zamanlarda ortaya çıkıp farklıklarını bu şekilde ifade edip dikkatleri üzerlerine çekmeyi başarıyorlar. Birçok insanın zihnini ifsat etme konusunda her an büyük bir çabanın içinde oluyorlar.
Bunları yapan insanları şirk ile itham edenler, aradan daha birkaç yıl geçmeden makam koltuklarına kurularak mevki sahibi olmuşlar; görevde yükselmek için yapmadık iş, atmadık takla bırakmamışlardır.
Bu tür aklıevveller seçimlerde oy kullanmaktan tutun da çok basit insani duygularla yapılan şeyleri bile şirk koşmak olarak nitelemeye devam etmişlerdir. Hatta bu ortamda; vakıf, dernek, şirket kurup, icraat yapmanın hükmünü verip sonra da verdikleri hükmün tam aksine işler yapmaya devam etmişlerdir.
Bu tür düşünceye sahip olan adamlar fildişi kulelerine oturup araziyi tanımadan ahkâm kesiyorlar. Bunlar; yaptıkları bu işin çile olduğunu düşünmüşler, düşünmekle kalmamışlar bunun edebiyatını yapmışlar, insanları süslü cümlelerle kendilerinin çektiği, sözüm ona, çileye inandırmışlar. Süslü ve nimet içindeki evlerinde, lüks arabalarında, yazlıklarında çile çekmek de nedir? Sen git, o çileyi Necip Fazıl’a, Osman Yüksel Serdengeçti’ye, Metin Yüksel’e, ülke idare etmek için zorluklar içinde nefes nefese kalan Erbakan’a, Muhsin Yazıcıoğlu’na, inancını yaşayamayan ve büyük baskılara maruz kalan sayısız insana sor. Sor ki çilenin ne demek olduğu konusunda bir fikrin olsun.
Bizim anlayışımızda çekilmeyen çilenin edebiyatı yapılmaz. Çekilmeyen çilenin edebiyatı üzerinden geçim sağlanmaz.
Yıl 1987. Yeni öğretmen olmuş genç bir insanım. İdeallerim var. Bunun için gözünü budaktan esirgemez, gözlerini karartmış biriyim. Olacaklardan habersiz öğrenci yetiştirmek için gece gündüz demeden gönüllere yolculuk yapıyorum. Onlara kitap okutuyorum, birlikte okuyoruz. Evime geliyorlar, evlerine gidiyorum. Tefsir, hadis ve İslami ilimlerle ilgili okumalar yapıyoruz. Birlikte futbol oynuyor, tiyatrolar çalışıyoruz. Onların geleceğe yürüyüşlerinde insanlığa faydalı işler üretmesi için bir çabanın içinde boğuşup duruyorum. Bir gün olanlar oldu. Kendimi savcının karşısında buldum. Çok ezilendim, insan değilmişim gibi bir davranış çok zoruma gitti. Aylar yıllar süren bir sıkıntının içinde buldum kendimi. İfadeler, mahkeme süreçleri, öğrencilerin ifadelerine başvurma ve dayanılmaz bir baskının esiri olarak ortaya çıkan bir eser oldum. O süreç içinde yalnızlık, bitkinlik ve iç huzursuzluk birbirini takip etti. Saçlarım döküldü. Gelecek ile ilgili hayallerim, idealist kimliğim geçici bir süre yara aldı…
Bu gerçek bir yaşanmışlık… Saatlerce üzerine konuşulabilir. Çekilen sıkıntılar, zihinsel inkılabımın geldiği yer vs… Bütün bunlar benim başıma gelirken ben acıların çocuğuyum demekten uzak durmayı tercih ettim. Çile çekenlerin hayatı gözümün önünde bir mihmandar olarak sürekli durdu. Büyük bir mücadelenin içinde yer alanların hâline benziyordu yaşadıklarım.
O mücadeleler olmasaydı bugün bu güzellikleri yaşayamazdık. Âlemlere rahmet Hz. Muhammed’in mücadelesi… Hz. Musa’nın mücadelesi, diğer peygamberlerin mücadelesi…
İnancından dolayı işkenceye tabi tutulanların çokluğu, evliliklerinde mutsuzluğun zirve yaptığı evlerden yükselen iniltiler, evlatlarının baskısından kurtulamayan ebeveynler…
Hayat bir çile yoludur, ufak tefek birçok sıkıntı ile birlikte yürünür. Bu yürüyüş hedef odaklı olursa olgunluğa kapı aralar. Yaşadıklarımdan sonra kadere olan imanım gereği Allah'ın dilemediği bir şeyin asla gerçekleşmeyeceği gerçeğini iliklerime kadar hissettim. Yaşadıklarımı, yürüdüğüm yolun doğruluğunun işareti olarak kabul ettim ve mücadele hevesim arttı. Olgunluk, başkalarını anlama, başka açıdan bakabilme gibi özelliklerimi fark ettim…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.