Hilalalem
N’apim tabiatım böyle …!
Gıcır gıcır giyinip üstümü başımı kirletmeden eve geldiğim çok nadirdir. Ya bişey dökerim, ya bir yere taktırırım, yada en kötü suya basar geçerim.
Her dökülmüş ekmek kırıntısında izlerim vardır benim, hansel ve grathel her ne kadar akrabam olmasada. Öyle bir döküp saçma…
Eğer bir yerde mükemmellik varsa oradan ben geçmemişimdir, yada en iyisi olsun derken daha beter mahvetmişimdir.
Mükemmel işler yaptığımı düşünüyorsanız bilin ki muhakkak bir yerde daha beter bozduğum bir şey vardır.
İnsani ilişkiler de de böyleyim, Teoman’ın dediği gibi “n’apimmm tabiatım böyle”
Kendi kişisel olgunluk yolculuğuma devam ederken ya ardımda bir enkaz bıraktım yada enkazdan beter yıkıldım. Genelde ikincisi olur ama muhakkak olmuştur bir zararım eksikliğim veya değmeyecek insanları kendisini bişey zannetmesi için şımartıp ne olduğunu yüzüne hunharca vurup gitmişliğim.
Dedim ya mizacım böyle, çünkü insanım.
Sosyal medya hayatımıza girdiğinden beri, herkes en milliyetçi, en dindar, en yakışıklı, en güzel, en iyi anne, en iyi baba, en hayvansever, en romantik, en zengin, en harika eşe o sahip vs vs …!
Sonra mağazadan içeri bi giriyorsun, içerde mal yok…! Raflar boş, olanda hep eski model…! Yerler kirli, tezgah tozlu ne yenilik var ne yatırım halk diliyle anasından doğduğu gibi duruyor.
Koşarak çıkıyorsun oradan vakit kaybetmeden.
Çoğu kişide koşarak çıkıp gitmiştir benim hayatımdan, çok şükür.
Kaybettiklerime ve kaybettiklerimin değersizliğine baktıkça, işin vitrinde değil, sermaye gücünde olduğunu anlayalı çok zaman olmadı.
İnsan yanlarımı, dikkatsizliğimi, çabamı, emeğimi, hırslarımı kısacası tüm yaralarımı pansuman ettiğimi düşündüğüm çiziklerimi, yani kendimi kabullenince, mağazada raflar neden boş, vitrine onca para yatırmak ne kadar anlamsız daha iyi anladım.
Vitrine biri gelip kocaman bir taş atmadan ben kendi vitrinimi kırarak başladım işe. Sonra gözyaşlarımla sildim boş rafları ve biraz daha ağlayıp kalan yerleri de sildim.
Sildikçe ben, gücümü vere vere ovdukça sildiğim yerlerde aksimi görmeye görmeye başladım.
Ben patlican kizartmasini çok severim, üzerine yogurt dökülen sekli ile. Bir başkası gidip der ki: "Hadi canim sen de patlican öyle mi yenilir? Musakkasi güzel our
onun." Oradan bir baskasi gikip: "Patlicanin en güzel karniyarig güzel olur, agzinizin tadini bilmiyorsunuz." der.
Hunkarbegendi sevenler burun kivirarak dinler konusmayl.Közlenmiş patlican sevenler biyik altindan gülerler. Aramızdaki çogu farkliliklar böyle aslinda.Çoğu kavgamizin sebebi de bu eften püften meselelerden çıkıyor. O kadar gündemimizi mesgul ediyor ki ufak ayriliklar,
asil görülmesi gerekenlere sira gelmiyor.
"Koşmak" hakkinda konusmaktan koşamıyor, daha koşamadığımız halde kendimizi yorgun hissediyoruz.
Ufak farklilarimiz gözümüzde o kadar devasa boyutlara çıkmış ki, ayni sofraya oturmak istemiyor ayni yoldan geçmek
istemiyoruz.
Aynada baktigimiz surete benzemeyen, kafamizda konusan ile ayni dili konusmayan herkesi düsmanimiz zannediyoruz.
Sadece toplumsal meseleler için degil bu dedigim.
Bu eşimiz, annemiz, evladimiz bile olsa yine ayni sonuç ile karşılaşıyoruz.
Bu yüzden de insana verilmis olan en önemli nimetler olan konusma yani iletişim kurma ve empati becerilerimizi kaybetmeye başladık.
Çogu isimizi konusarak halletmiyoruz artik.
"Ben bu konuda senin gibi düsünmüyorum." demek yerine trip atmay seçiyoruz.
"Bu tavrin beni çok üzdü, bana kendimi degersiz hissettirdi."demek yerine öfke nöbetleri sergiliyoruz. Kendimizi haklı göstermek adına ardı sıra kelimeleri utanmadan söylüyoruz. Mertçe konuşmaktan doğruları duymaktan kaçıyoruz. Hakkını savunan çirkef, yanlış diye uyardığın zaman da haset oluyoruz.
Bizim için yumrugumuzu masaya vurmak gönlümüzü ortaya koymaktan daha kolay artık…! Kellemiz koltukta gezmeyi cesaret saniyor da iki omuzumuzun arasina koymayı korkaklik zannediyoruz.
Vesselam…(:
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.