Medine, bir özlemdir

“Sakın terk-i edepten,
Kûy-ı Mahbûb-ı Hüdâdır bu.
Nazargâh-ı İlâhîdir,
Makam-ı Mustafa’dır bu.” Nâbî
Medine, bir özlemdir. Medine’ye duyulan özlemin altında yatan, Peygambere duyulan özlemdir. Onun getirdiği değerlere duyulan hasrettir. Fakirlerin, kimsesizlerin, yoksulların, dulların, yetimlerin hiçbir zaman geri çevrilmediği makama; sevgi, ilgi ve cömertlik kapısına duyulan özlemdir. İnsana verilen değere, gönülleri kandıran Hikmet Kapısına duyulan özlemdir. Kardeşliğe, dostluğa ve samimiyete duyulan özlemdir. Çağımızın nefret kokan, ahlaksızlıkları normalleştiren, arsızı başa taç, hırsızı örnek alan toplumun küflenmiş ruhuna rahmettir. Kendi içimizde ki çirkinliklerle, kendimize itiraf edemediğimiz yanlışlarımızla vicdan muhasebesi yaptığımız içten içe ağlayıp sustuğumuz makamdı.
Belki de kendimizden haya ettiğimiz, benim de derdim dert mi ki dediğimiz o yüce makam.
Makam da değil di hikmet makamın içerisinde ki Alemlere rahmet Peygamberdi bizi yaralayan. İçimizi sızlatan, utandıran, mahçup eden eksikliğimizi hissettiren.
Kibir, gurur, kendini beğenmişlik, başkalarını küçük görme, gösteriş, bencillik, kin, nefret, haset, yalan / dolan gibi dalgalarla hiç tutmazmış Mescid-i Nebevî’nin frekansları. Bilenlerin anlattıklarına göre, işlenen günahlardan dolayı duyulan pişmanlık, tövbe, istiğfar, mahviyet, yapılan kötülüklerden ötürü duyulan mahcubiyet, ihlâs, samimiyet, içtenlik, manen arınma tutkusu ve günahlara dönmekten ateşe girmekten korkarcasına endişe duyma gibi özelliklerle tutarmış Mescid-i Nebevî’nin bu manevî atmosferinin frekansları.
Mü’minler denizinde bir damla olmanın heyecanını yaşayanların ve bu denizin bir damlası olmayı nasiplerin en büyüğü sayanların frekansı tutarmış Peygamber mescidindeki manevî atmosferin frekanslarıyla. Mü’minlerin derdiyle dertlenmeyen, kendisi için istediğini mü’min kardeşi için de istemeyen, komşusu açken tok yatan ve Allah için sevmeyenlerinki ise tutmazmış.
Çok net yaşadığım için diyorum ki, aynı frekansta olmak için aynı ruhu yaşayıp aynı eksikliklerden mahcup olabilmek gerçek iman edenler için huzurdur…
Medine-i Münevvere, Hz. Peygamber oraya hicret etmeden önce Yesrib diye anılırdı. Merkezinde uzun yıllar birbirleriyle kavgalı olan Evs ve Hazrec kabileleri ile, etrafında birçok Yahudi kabilesinin yaşadığı eski bir yerleşim merkezi idi. Başta hurmacılık olmak üzere, ziraatın hâkim olduğu, bitki örtüsü, iklimi, havası ve suyuyla gayet güzel bir mekandı.
Evs ve Hazrec’den gelen birçok bahtiyar insanın I. ve II. Akabe bey’atlarında Hz. Peygamber’e bey’at etmeleriyle İslâm’la tanışan, daha sonra Mekkeli birçok muhacirin sığınağı ve hicret yurdu olan, halka halka yayılması sebebiyle
İslâm’ın parlayan merkezi oldu. Yesrib iken, Hz. Peygamber’in hicret etmesiyle el-Medinetu’l-Münevvere oldu. Yani Allah’ın nuruyla, din ile aydınlanan şehir... Din, medeniyet ve Medine kavramlarının aynı kökten gelmeleri ve aralarındaki mana birlikteliği sebebiyle din ve medeniyetin yeni beşiği oldu.
Ve nihayet Hz. Peygamber’in oraya yerleşmesiyle ‘Medinetü’n-Nebiyy’ yani Peygamber Şehri’ne dönüşen hicret yurduydu…
Tıpkı şimdi içimizde ki kötülüklerden hicret ettiğimiz bir mekana dönüşmesi gibi.
Daha yaşın genç gitme diyen kendisi ile yüzleşmekten korkan kötülükten kaçamayanların Araba para mı yedireceksin saçmalığıyla birlikte önümüze sunulması gibi.
Hicret, terk ediş demekti. Evi, barkı, doğup büyüdüğü şehri, Mekke’yi terk ediş... Çocukluğunu ve gençliğini geçirdiği, hatıralarla dolu olan ve her şeyden önemlisi Kâbe’nin bulunduğu bir iklimden ayrılış demekti.
Hicret, bir kaçış değildi. Zorba ve zalim Mekke müşriklerinin baskı ve işkencelerinden kaçış değildi. Hicret, İslâm’ın yayılma ve yaşanmasının tıkandığı yerden ayrılıp, rahat nefes alınabilecek bir yere, İslâm’ın yaşanabileceği Medine’ye göçmekti. Hicret, Allah’ın izni ve emriyle, Allah’ın rızasını alabilmek, dinini güzelce yayabilmek için O’na gitmekti. Hicret, güçlenip geri dönmek için geçici olarak göç etmekti. Hicret, sırf Allah adına yapılan bir fedakârlıktı.
Bugün ise nefsinden kurtuluş için kendi içine kaçmanın bir seferidir…!
Rabbim hepimizi peygamber ahlakıyla ahlaklandırsın…
Ne oldu, ey bulut,
Gölgelediğin başlar?
Hatırında mı, ey yol,
Bir aziz yolcuyla
Aşarak dağlar, taşlar,
Kafile kafi le, kervan kervan
Şimale giden yoldaşlar!
Arif Nihat Asya

Vesselam…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.