Hilalalem
Denge değişince dengesizler de değişir…!
Zihinlerimiz, birbiriyle yarışan reklam panolarının sıralandığı yol kenarı gibi. Her reklam, "Benimle eksikliğini tamamla!" diye bağırıyor Kulağımızın dibinde. "Bu parfümü sık, bu kıyafeti giy, bu arabayi sür!" derken, bir adam elindeki sopayi kafamiza doğru savuruyor ve alnımızın tam ortasina isabet ettiriyor. "O işler öyle olmaz!" diyor. Eksik zannettiğimiz yanlarimiza dayak atip gidiyor.
Her iki yanı da kesen bıçağın sırtı.
Dengede durman mümkün değil.
Geride ki zaman da ağıyor, ilerideki zaman da ağıyor.
İki ayrı zamanı birbirine değirmemek için mücadele ediyorsun.
İnce bir iple ayırmışsın ikisini de.
İkisinin tam ortasındasın. Arafta yani.
Geriye gitme imkânın yok. İlerisi uçurum.
İki ayrı zaman işte.
Dönüp son bir bakış atıyoruz dijital hayatlarımıza. “Hayati yakala" sloganlarının arasından samimi bakışı yakalamaya çalışıyoruz. Elimize tesbihini bırakıyor adam. Şehvetle taptıklarımızın fazlalılığından mı ne, sihirbazların sopaları Musaların sopalarından daha çok etkiliyor bizi artık. Sanırım bundan dolayı da bir avuç kum tutmaya benziyor hayatlarımız. Israrla avuçlarımızda tutmaya çalışıyor hayatımızı ve yine ısrarla parmaklarımızın arasında gitmesine şahitlik ediyoruz.
Kafamıza sopa atan adamın yaşamına ve ölümüne özenirken buluyoruz kendimizi.
Her şeyin elimizin altında olduğunu zannetmenin ama hiçbir şeyin gerçekten elimizde olmadığını fark etmenin çaresizliğinden mi bilmem, yapay cennetlerimizde otururken burnumuza buram buram gerçek cennet kokulari geliyor adamin oturdugu koltuktan. Kendi tay tüyü kumaşından kalkıp o tarafa doğru koşmak istiyorsun. Ruhun öyle üşüyor ki akan kanın sıcaklığı ruhunu ısıtsın elin yüzün toprağa bulaşsın istiyorsun.
"Dünyayı değiştiremezsin," diyor adam giderken "kendi ölümünü onurlandırmak dışında bir çabaya girme, çünkü buralar böyle," diye ekliyor. "Hayatının anlamını ölümüne anlam yüklersen bulursun," diyor kameraya son defa bakarak.
"Son bir hamleyi yapmaktan, umut etmekten, çabalamaktan vazgeçme," diye ekliyor.
İki farklı zihnin arasında sıkışmış yüreği ile nefsi arasında kalmış milyonların kendi iç seslerine kulaklarını tıkamaları.
Kafanda ne kurduğuna bakıyor denge.
Bazen geçsin gitsin diyorsun geçmiş işte, geçmeli de…
Bazen ne olacak acaba ileride deyip ilerideki zamana umut bağlıyorsun. Yaşayacağını umarak…!
Cebindeki taşlarla mısın yoksa kalbindeki tortularla mı onu ayırt etmen gerekiyor önce.
Ayağına takılan ne mesela?
Yola döktüklerin mi?
Kendine verdiğin zamansız sözler mi? Yarın ne olacağını bilmeden galeyana gelerek verdiğin sözler?
Kim bilecek senden başka…
İtiraf etmeye de korkarsın şimdi sen.
Kendine itirafların yaralıyor en çok seni. Öyle demişti ustan.
Kendinden nefret ettiğin zamanları bilirim ben.
Kendi kendime konuştuğum ve karşılıklı dertleştiğim zamanlardan.
İki zamanın ortasında kalırken bilirim en çok.
Bıçağın sırtında yürürken…
Verdiğin kararların altında ezilirsin en çok.
Üstüne biriken bulutlara kara rengi kim verir senden başka?
Kendi sigaraçekişlerin, iç çekişlerine denk düşüyorsa bu zamanın ikiye ayrılması neticesinde değildir, tesadüf hiç değildir. Sen hiç değilsin diyenlere bakmazsın sen.
Kendine nefret kaç satırlık bir mektup ki aslında?
Her satırında bir asırlık mücadele kendinle.
Başkalarını da suçlayabilirdin oysa…
Hak hukuk nedir bilmesen yapardın bunu.
Arkana yaslanıp kendinden geçercesine…
Herkesin suçlu olduğu bir dünya düşlesene… Senden başka…
Acemi kader yazıcıları öyle yazıyor. Yazdıklarıyla bizi kandırıp ceplerini dolduruyor. Her sene bir modanın esiri olmuş ruhlarımız;
Bir bakmışsın aile dizilimi saçmalığıyla suçu ailesine atıyor, bir bakmışsın burcuna birde bakmışsın ki yokluğu israf ederek savurmuşluğuna değil düzeni suçlamada buluyor.
Ama bir kere de ben ne yapıyorum demiyor.
Dengesizler değişmedi, dengeler değişti…
Değişen denge de takla atmak modasında ömür savurganlığı yapıyoruz…
Vesselam…(:
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.