Gecelerin kaç saat olduğunu gama tutulmuş olana sor

Seni dağladılar, değil mi kalbim, Her yanın, içi su dolu kabarcık. Bulunmaz bu halden anlar bir ilim;
Akıl yırtık çuval, sökük dağarcık. Sensin gökten gelen oklara hedef; Oyası ateşle işlenen gergef.
Çekme üç beş günlük dünyaya esef! Dayan kalbim üç beş nefes kadarcık! Diyordu NECİP FAZIL KISAKÜREK. Bazen kendimi bu dizeleri mırıldanırken buluyorum. Bazen yalnızlık oku vuruyor kalbimi bazen yorgunluğumun çaresizliği, dayan diyorum dayan seni Yaradan’ın hatırına, imtihanı verenin lütfuna dayan. Seni gözeten ve kollayan Rabbine itaat ederek dayan.

Züleyha annesi ve üvey kız kardeşi tarafından iftiraya uğramış tek başına verdiği hayatta kalma mücadelesinde uçurum kenarına itilmişti. Akrabası olan erkeklerin salyaları kadınların ise zehirli dilleri durmuyordu. Züleyha savaşçı bir ruha sahip değildi kendini savunabilecek cesarete sahip değildi. Denizden çıkmış balık gibiydi, etrafına korkuyla bakıyor fırtınada sığınacak güvenli bir koy arıyordu. Bir el arıyordu elini tutacak bir ses arıyordu yanındayım diyecek. Ama imtihanı çetindi Züleyha’nın öyle hafif bir rüzgar olamazdı. Ya fırtına ya da kasırga olmalıydı, o Züleyha idi.

Hani meşhur bir beyit var: "Şeb-i Yeldâyı müneccimle muvakkit ne bilir. Mübtelâyı gâma sor kim geceler kaç vakit"

Anlamı: En uzun geceyi; işi, onu hesaplamak olan müneccime, muvakkite sorma; onlar bilmez. Gecelerin kaç saat olduğunu gama tutulmuş olana sor.

Züleyha’ya sor, kuyuya atılmış Yusuflara sor, firavun elinde kıvranan Asiyelere sor, hastalıktan yanan Eyyüp’lere sor, gecede yanan yüreklerin arşı titreten ama sağır kulaklara ulaşamayan feryadına sor...

Kaç çaresiz günün gecen varsa beşle çarp onla çarp on beş ile çarp... yetişir mi? Züleyha’nın çaresiz saatlerine, çaresiz ömrüne. Bir Kerbela çaresizliği, bir Gazze çaresizliği var Züleyha’da. Yezidin ordusu mu? Yoksa lanetli Yahudi ordusu mu? Bu. Hayır beş vakte beş ekleyen iman sahibi zalim ordusu.

Uzun gecelerden bir geceydi yine rüyasında Züleyha ya bir şeyler öğretilmeye başlanmıştı. Anlam veremiyordu öğretilene. Kuranı kerim okuyacak kadar arapça biliyordu. Rüyasında Arapça bir dua okutuluyordu “ إِنَّا لِلَّٰهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ “( İnnâ lillâhi we innâ ileyhi raciun) (‎Biz Allah’a aidiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz) bu ayeti biliyordu, birinin ölüm haberi alındığında söylüyordu, söyleniyordu. Peki Züleyha’ya neden bu ayeti okuması ısrarla telkin edilmişti? Bunun hikmeti neydi? Züleyha kendisine öğretilen bu ayeti her sıkıntıya düştüğünde okumaya çalışıyordu. Okuduğu zamanlarda başına gelen sıkıntıların birkaç saate çözüme ulaştığını fark ediyordu. Bu mucizeydi, bu arşın sahibinin Züleyha’yı yalnız bırakmadığının koruyup kolladığının açık bir deliliydi. Yinede Züleyha’nın aklının bir köşesinde bu ayetin hikmetinin ne olduğu vardı. Arıyor araştırıyordu ama sanki bir perde hikmetinin mealini bulmasına engel oluyordu. Züleyha kendisine verilen bu lütfu sorgulamayı bırakıp itaat etmeye karar verdi. Kör düğümler çözülüyor yolu aydınlanıyordu. Etrafındaki zalim ordu dağılmış, Züleyha nefes alıyordu artık, tefekkür etmeyi öğrendi, geçmişine tövbe ederek orayla olan kavgasını bitirdi, arkası ders, önü umuttu artık.

Züleyha kendisine öğretilen ayetin hikmetini yıllar sonra Cevat Akşit hocanın bir sohbetini dinlerken öğreniyordu. Meğer çok hikmetli bir dua imiş. İnsan bir musibete bir sıkıntıya düştüğü ilk anda okunursa o sıkıntı ve musibet bu dua hürmetine kaldırılırmış.

Kendisine böyle bir lütfu, böylesine bir nimeti bahşeden Rabbine secde ediyordu gözyaşlarıyla. Miraç günü bir karar aldı Züleyha, oruçluydu yüreğine gelen ilhama kulak verdi ve bu gece Züleyha’nın da miracı olacaktı eline bir buket çiçek aldı. İffetine iftira atan annesine gitmek için yola koyuldu. Yolda Züleyha’nın beynini kemiren feryadı geliyordu aklına. (Züleyha annesi ve babası boşandığı için onlar hayatta olmasına rağmen öksüz ve yetim gibi büyümüştü, anne ve baba sevgisinden muaf bir hayat geçirmişti. Öz baba ve öz annesi ile Çetin bir sınav yaşayacaktı)

Çocukken her dövüldüğünde, her azarlanıp aşağılandığında içinden annem olsa bana bunları yapamazdınız, annem olsa beni korur kollardı diye feryat edişlerini anımsıyordu, meğer ne büyük bir yanılgıymış. Kendisine sığınan Züleyha’ya kimsenin yapamadığını öz annesi yapmış iffetine iftira atarak perişan etmişti. Hak teala bir şeyi vermiyorsa var bir hikmeti deyip razı olmak gerekiyormuş. Züleyha kendisini taşlayan, hor ve hakir gören, işkenceler yapan azgın topluluğu affediyordu. Onlar Züleyha’nın imtihanıydı evet ama Züleyha’da onların imtihanıydı. Rahman onlara yetim, Öksüz, ve mazlum bir Züleyha emanet etmişti. Bu emanete Kimi fiziksel kimi’de psikolojik şiddet uygulamıştı. Kimi diliyle, kimi bakışıyla, kimi bizzat yaralamıştı. Allah emanetini o zalimlerden aldı, muhtaçlığını kaldırdı, şimdi Züleyha’dan o zalim topluluğa hiçbir zerre kalmadı. Kim helak oldu, kim bahtiyar?

Bir sahnedir hayat; bir günden kısa iken hiç bitmeyecekmişçesine kıymetini bilmeden harcadığımız. Her şeyin bir sonu var. Zaliminde, zulmünde, saltanatında, ömründe...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.