İki arkadaş

I

İnsanlar çeşit çeşit.

Farklı yapıları ve düşünce şekilleriyle başkalaşan insanlar var:

Kendini bulunmaz sananlar.

Farklılığın sadece iyi insan olmakla ilgili olduğunun farkında olmayanlar…

Şımarık.

Parası olduğu için her şeyi yapabileceğini düşünen zavallılar.

Konuşmanın sadece kendisine yakıştığını düşünenler.

Söz söyleme hakkını sürekli kendilerinde görenler.

Konumu gereği gördüğü ilgiyi sürekli hak ettiğini sananlar.

Sözünün üstüne söz konmasını hakaret sayanlar.

Söylediklerinin emir telakki edilmesi gerektiğine inananlar.

En çok saygıyı hak ettiğini, herkesten çok hürmete layık olduğu fikrine saplananlar.

İşte bunlar, daha çok benlik çukuruna yuvarlandılar.

Çıkılmaz gayyalara düştüler.

Hiç kimseyi hiçbir şeyi beğenmediler.

Artık her şey ondan sorulmalıydı.

Hiç kimse ona sormadan onun iznini almadan konuşamamalıydı. Söyledikleri serlevha olarak dilden dile aktarılmalıydı. Çünkü herkesten akıllıydı ve herkes ona akıl danışmalıydı.

Bu varlık boşa değildi, boşuna zengin olmamıştı. Zenginliği bunları hak ettiğini göstermeye yeterdi.

II

Arkası sağlam olmayan ama kendine imanından dolayı güvenen birinin duruşunu iyi hatırla.

Fakirlerle alay etmedi.

Yaratılıştaki değerinin farkına vardı.

Anlayışlıydı.

Anladı.

Her şeyi ben yaptım demekten çok uzakta oldu.

İnanmıştı.

İnanmışlığının verdiği olgunlukla hareket etti.

Hesap veremeyeceği bir konuşmanın uzağında durdu.

İnsanlara insanca davranıp gönül alma yolunu tuttu.

Allah'ın gücü ve kudreti karşısında acizliğini fark edip, ona boyun eğmenin kendisi için önemli olduğunu bilen ve böylece başkalarına boyun eğmekten kurtulan biri…

III

Bu iki adamın örneğini düşünün.

Düşünün…

İkisini de Allah yarattı.

İkisine de akıl verdi.

İkisine de nimetler sundu.

İkisine de güzellikleri karşılıksız bağışladı…

İşte ne güzel bir misal. Düşünülesi bir ayet. Zihnin kıvrımlarına sızan dünya krallığı düşüncesini yerle yeksan eden bir örnekleme.

Aynı zamanda yaşamış şu iki adam var ya, onun biri sensin işte.

Farklı zamanlarda yaşamış olsalar bile onlardan biri sen değilsin.

Kendine bir rol model seçmelisin. Senin gibi olanı. Ya da onun gibi olan sen, yerini belirlemelisin.

İki tip insan. Biri sen biri sen değil…

Biri zengin; malı mülkü var. Zenginliğinin sınırını bilmiyor. Malını hesap etmek artık ona ağır geliyor. Bununla da bitmiyor, sosyal çevresi geniş, sayısız takipçisi var, birçok insan onun gibi olmak istiyor. Onu takip eden gruplar oluşmuş. Herkesin beğendiği, beğenilerini sunduğu biri. Onun yerinde olmak isteyenlerin sayısı sınırsız…

Bütün bu nimetleri kendisine Allah'ın verdiğini düşünmese de Allah ona bu kadar güzellikler vermiş.

Her insanın sınanma sebebi farklı, onun sınanma sebebi belki de bu durumu…

Ama o sınandığının farkında değil. Daha doğrusu fark etmek istemiyor, her şeyi yapabileceği düşüncesinin ateşlediği bir yangının tam ortasında…

Gerçeği düşünmekten uzakta. Bunları kendisine kimin verdiğini soruverse, ‘Allah’ diyecek elbet. Ama ya işine gelmiyor ya da gerçeklerden uzak kalmayı tercih ediyor. Belki de öğrenmediği zaman sorumlu olmayacağını düşünüyor birçok insan gibi.

Bu fırsatlar onu daha mütevazı daha anlayışlı olmaya sevk etmesi gerekirken o, azdı, şaşırdı, şımardı ve sınır tanımaz oldu…

Yanıldı.

Yanılgı içinde kaldı.

Yanıldığını anlamadı, yanıldığını kabul etmedi.

Çünkü en akıllı, en zeki ve zengin oydu. Etrafındakiler de onu şımartmaya devam ettiler. Pohpohlayıp durdular da gerçeği görmesi için bir çaba içine girmediler…

Neyle sınandığını fark etmedi. Düşünmedi bile. Dünyanın sonsuzluğu düşüncesine kanıp kendini kandırdı.

Varlığının devamını unuttu, unutturuldu.

Gerçekleri göremedi, görmek istemedi…

Allah’ın kendisine bolca mal mülk verdiği bu adam, şımardı ve her istediğini yapabileceğini sandı. Elindekilerin de ebedî olduğunu düşündü ve hiç tükenmeyeceğini zannetti. Kendine sanal bir dünya inşa etti. Sanal dünyasında gerçekleri görmezden gelerek yaşamasına devam etti.

IV

Öteki adam, ötekileştirilmiş adamdı.

Fakir olduğu için birçok hakka sahip olmadığı inancına sahip olanlara aldırış etmedi. Kendinden istendiği gibi Allah’a iman etmiş, teslim olmuş, izzet ve şerefi Allah’a imanda ve Allah’a kullukta olduğunu fark etmişti.

Dünyanın geçiciliğini anlamış ve Allah’ın kendisine verdiği nimetleri onun istediği gibi harcamaya devam etmişti…

İki örnek.

Biri cennete aday diğeri cehenneme.

Göz önünde bütün gerçekliğiyle duruyor, ben buradayım diye haykırıyor. Bu haykırışa kulak verenler, hakkı işitenler oluyor.

Biri iyiliğin temsilcisi diğeri kötülüğün.

Biri olması gerekeni temsil ediyor diğeri olmaması gerekeni…

Kendimi ölçüp biçip, tartmalıyım diyen için yol gösterici.

Ben bulunmaz bir insanım, benden önce benim gibi biri gelmedi diye iç sesine esir olana gerçeği duyamayacak, göremeyecek kadar kör ve sağır olmasına sebep oluyor…

“Onlara şu iki adamı örnek ver: Onlardan birine iki üzüm bağı vermiş, bağların çevresini hurmalarla donatmış, ikisinin arasına da bir ekinlik koymuştuk.” (Kehf, 18/32)

V

Allah onlardan birinci adamı bahçeli kıldı. İki tane bahçe verdi ona. Dünyalık birçok mal sahibi; apartmanları, arsaları, arabaları, dükkanları ve fabrikaları oldu. Bunları Allah verdi. Ona bahçeyi veren, bahçenin kenarını ağaçlarla çeviren ve bahçenin içinde ekinler bitiren de Allah’tır.

Her iki bağ da meyvelerini vermiş ve ürünlerinden hiçbir şeyi eksik bırakmamıştı. Bu iki bağın arasından bir de nehir fışkırtmıştık.” (Kehf, 18/33)

İşte dünyalık ne varsa, hayal edemeyeceği kadar güzellikler verdi. Bir de ırmak; bereket fışkırıyordu bu iki tarladan. Ürünleri yere göğe sığmaz olmuş, zenginliğine zenginlik katmıştı.

Ama o adam, yapması gerekeni yapmıyor. Allah'a kul olmak, onun gücünü kuvvetini kabul etmek yerine her şeyi kendinden biliyor. Yaratanın, dileyenin ve verenin Allah olduğunu unutuveriyor…

Rabbine kulluğa yönelmek yerine başka insanların kendine yönelmesini ve kendini yüceltmesini bekliyor.

Yakınındakilerle konuşurken sürekli zenginliğini dile getirip itibar kazanmaya çalışıyordu. Zengin olduğu için herkesten üstün olduğunu ve bu üstünlüğün gereğini kafasında oluşturduğu şekliyle bekledi, istedi. Hatta insanları buna mecbur bıraktı.

Derken onun büyük bir serveti oldu. Arkadaşıyla konuşurken ona dedi ki: “Benim malım seninkinden daha çok. Adamlardan yana da senden daha üstünüm.”

O derece zengin oldu ki belki döneminde ithalata ve ihracata girişti: Var da var...

Bu kadar zengin olan birinin yanında, yakınında, etrafında adamı, yardakçısı, yardımcısı da vardı.

Adam bahçesine bakıyor mutlu olduğunu düşünüyor. Hiç kimsenin bu kadar mala sahip olamayacağını düşünüyor. Düşünmekle kalmıyor “üstünüm” diye haykırıyor; konuşmasıyla, duruşuyla ve davranışıyla haykırıyor…

Yüzü güldü, gururlandı.

Böbürlendikçe böbürlendi.

Yanındakilere ulaşılmaz biri olduğunu ispat etmeye çalıştı. Bunu açıkça söyledi, herkesin kendine muhtaç olduğu hissiyle davrandı…

Geçmişini unuttu, hatırlamak bile istemedi.

Bu zenginliğe nasıl ulaştığını düşünmekten uzak durdu.

Ben sizden üstünüm dedi de başka bir şey demedi.

Üstünüm ben, benden daha üstün kimse yok, olamaz da…

Kendisini uyarana aldırış etmediği gibi alay etmeye kadar uzandı.

Dünya cenneti gibi bağına bahçesine girerken böbürlenmeye devam etti. Artık bu kendine zulüm derecesine varmış bahçesinin güzelliğini dile getirmeye devam etti:

Derken kendine zulmederek bağına girdi. Şöyle dedi: “Bunun sonsuza değin yok olacağını sanmıyorum.” (Kehf, 18/35) dedi.

Bununla da yetinmeyip inkara devam ettiren konuşmasına devam etti:

“Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Rabbime döndürülsem bile ant olsun bundan daha iyi bir sonuç bulurum.”

Kendisine verilen bu kadar malın onu azgınlaştırması anlaşılır gibi değildi. Şükretmesi gerekirken her şeyi yok sayması, aklını nasıl kullandığını anlatmaya yeterdi.

Bunu yapmamalıydı.

Böyle düşünmemeliydi.

Böyle şeyler söylememeliydi.

Ama aklını dünya çevrelemişti. Aklını mal mülk hırsı kuşatmış, gerçeği düşünemiyor, gerçeği anlayamıyordu. Halbuki Allah aklı gerçeği anlasın diye vermişti.

Ama yapmadı.

İyi düşünemedi.

Aklını kullanamadı.

Kendisine yazık etti.

Yapmaması gerekeni yaparak kendine zulmetti.

Sadece bende olan bu bağ bu bahçe başka kimsede olamaz. Ben bu noktaya gelinceye kadar nelere katlandım nelere…

Ben buna lâyığım zaten. Kimse bunu benden alamaz…

Bu bir küstahlıktı.

Küstahlığın zirve noktası.

Veren de alan da Allah’tı.

Tüm hayatını var eden, düzenleyen Allah'tı.

Gururu aklının önüne geçti, anlayamadı.

Hırsı aklının önüne geçti, düşünemedi.

Kibri aklının önüne geçti, kabullenemedi…

Kıyametin gerçekliğini ve gerçekleşeceğini bile inkâr etti. Artık bundan sonrası yoktu. Her şeyde kendisi, herkese kendisi yeterdi…

Halbuki onu veren, alır da... Her şey bizim isteğimize göre olamaz diyemedi. Bugün sağlıklıyız veren Allah'tır ama yarın alacak olan da Allah'tır diyemedi…

Yaşadığı bir cinnetti. Cenneti dünyada sanma cinneti…

Şımarıklık cinnete sebep oldu.

Küstahlığını cinnetle birleştirdi.

Zengin olma sevdası cinnete götürdü…

Firavun gibi oldu, firavunlaştı.

VI

Ama arkadaşı farklıydı. Gerçeğin farkındaydı. Farkındalığı vardı. Basireti açıktı, yaratılış öyküsünü unutmamıştı.

Allah'a olan imanıyla kendini koruyabildi. Azgınlıktan uzak kaldığı için yaratıcıya şükretti. Verilenlere, başına gelenlere Allah’tandır diyerek sabretti.

Her şeyi yaratan, evirip çeviren, her şeye hükmeden, sebepleri yaratan ve bu dünyayı idare edenin yalnız Allah olduğunu bildi, iman etti ve bu imanının sevinciyle mutlu oldu.

İnandığı için görevini yerine getirdi; firavunlaşan arkadaşını uyardı. Ona aslını, yaratılışını hatırlatarak söze başladı:

“Seni topraktan, sonra bir damla nutfeden yaratan, sonra da seni (eksiksiz) bir insan şeklinde düzenleyen Allah’ı inkâr mı ediyorsun?” (Kehf, 8/37)

Davranışları ve söylediği sözler onu inkara kadar götürdü. İnkâr etmediğini söylese bile yaptıkları Allah'ın gücünü ve otoritesini yok sayma anlamına geliyordu.

Adam diliyle Allah’ı inkâr ettiğini söylemiyorsa da tavrıyla, hayatıyla Allah’ı ve Allah’tan gelen ahiret gerçeğini inkâr ediyordu.

Mülkün Allah’a ait oluşunu inkâr ediyordu.

Sahip olduklarını kendi gayretiyle elde ettiğini düşündü.

Elindekilerin sonsuza kadar kendinde kalacağını ve kimsenin onu kendinden alamayacağını düşündü.

Hesap vermeyeceğini sandı. Bu sanısını da gerçekmiş gibi dağlar kadar büyüttü de büyüttü.

VII

Fakir olan arkadaşı ise kendi durumunu ve olması gerekeni şöyle ifade etti:

“Fakat O Allah benim Rabbimdir. Ben Rabbime hiç kimseyi ortak koşmam.” (Kehf, 18/38)

Sınanma için gelinen şu dünyaya ve dünyalıklara gönlünü kaptırmadı.

Malın izzet ve şeref olmadığını kavradı.

Allah'a kulluk yapmanın insan için en büyük şeref olduğuna inandı.

Allah'tan başkasına boyun eğmedi; ne mala ne mülke ne de dünyaya…

Mümindi, mümin izzet ve şerefi Allah'a inanmakta bulurdu, buldu.

Onun için doğruyu söylemekten çekinmedi.

Onun gerçeği görmesi için sözlerini aklına hitap edecek şekilde söyledi. Yaptığı yanlışlıkları hatırlattı bir bir. Malı veren Allah'ın onu bir anda alabileceği gerçeğini haykırdı.

“Bağına girdiğinde ‘Maşallah! Kuvvet yalnız Allah’ındır’ deseydin ya! Eğer benim malımı ve çocuklarımı kendininkilerden daha az görüyorsan, belki Rabbim bana, senin bağından daha iyisini verir. Seninkinin üzerine de gökten bir afet indirir de bağ kupkuru ve yalçın bir toprak hâline geliverir.” (Kehf, 18/39)

“Ya da suyu çekiliverir de (bırak bir daha bulmayı) artık onu arayamazsın bile.” (Kehf, 18/41)

Bunların hepsine Allah'ın gücü yeter. Düşünemediklerine bile…

Gururlu mülk sahibinin bunları söyleyememesi sebebiyle yanlış yolda yürümeye devam ettiğini ne güzel açıkladı.

Sen bu mülk ile insanlara üstünlük taslamak yerine Allah'a yönelseydin ya!

Suyun çekilivermesiyle bahçenin ne hale geleceğini hiç hesap etmedin mi? Su yoksa hayat da yok…

Allah’ın gücünü kudretini ona açıkça hatırlattı. Hatırlatma görevi vardı, bana ne diyemezdi.

Mal ile üstün olduğunu düşündüğün ve inandığın için malın yok olması durumunda ne hale geleceğini hiç düşündün mü?

Düşünmeliydin…

Bugün zengin olan yarın fakir, fakir de zengin olabilir.

Allah dilediğine dilediği kadar verir. Dilediğini de alır…

Sınanma sebebini yerine getiremediysen bunun hesabını da verirsin…

VIII

Derken bütün serveti helâk edildi. (Yıkılmış) çardakları üzerine çökmüş hâldeki bağına yaptığı harcamalar karşısında ellerini ovuşturuyor ve şöyle diyordu: “Keşke Rabbime hiçbir kimseyi ortak koşmasaydım...” (Kehf, 18/42)

Olan oldu, zaten ol demesiyle olurdu.

Canlı bahçede her şey tersine döndü. Cıvıl cıvıl bereketli bahçe her şeyini kaybetti…

Yokluğu hatırlatan kaybetmişlikti yaşadığı…

İnandığı dayandığı dünyalık yok oluverince yıkıldı.

Derin bir pişmanlık ama faydası yok.

“Ah keşke”ler anlamını kaybetti. Pişmanlıklar zihnini çepeçevre sarmaladı.

Bahçenin meyveleri kuşatıldı. Ürünleri yok edildi.

İflas etti.

Her yönden tam bir iflas içinde kaldı.

Bütün dünyasını kaybettiği gibi ahiretini de kaybetti.

Koskocaman bir kaybediş.

Gönlünde kurduğu dünya saltanatının sonu.

Her şeyi elinden alındı. Yine de düşünüp canı için şükretmeliydi. Gerçeği görmeye mecali olmayan aklı buna yeter miydi?

Sınanma öyküsü hüsranla bitti.

Hiçbir şeye güç yetiremez haliyle olan bitene baktı. Çaresizlik içinde bahçenin kenarında büzüşmüş ellerini ovuşturdu.

Malının bir anda kaybolmasına üzüldü.

Mahvolan sosyal statüsüne yandı.

İnsanların kendisine malı sebebiyle olan yakınlıklarının yok olacağı korkusuyla sarsıldı…

“Onun, Allah’tan başka kendisine yardım edebilecek kimseleri yoktu. Kendi kendini kurtaracak güçte de değildi.” (Kehf, 18/43)

Olan oldu.

Giden gitti.

Gidenle birlikte bütün her şeyi gitti.

Hayalleriyle birlikte kaybettiği insanlığı da gitti…

Adam çepeçevre kuşatıldı.

Her şeyi gidince bir anda kendine geldi ve keşke ile başlayan cümleler kurdu: Şirk koşmasaydım…

Ona hiç kimse yardım edemeyecekti.

Edemedi.

Allah'tan gelene kim karşı koyabilirdi ki?

Yardımcıları da olmadı. Yanında olanlar da ortadan yok oldu.

IX

Merhametlilerin en merhametlisi Allah yarattıklarını uyardı. Cenneti vadetti. Kulluğa çağırdı. Fıtratın korunmasını istedi. Gerçekleri anlamamız için örnekler verdi:

“Onlara dünya hayatının örneğini ver: (Dünya hayatı), gökten indirdiğimiz yağmur gibidir ki, onun sebebiyle yeryüzünün bitkileri boy verip birbirine karışırlar. Fakat bütün bu canlılık sonunda rüzgârın savurduğu kuru bir çer çöpe döner. Allah, her şey üzerinde kudret sahibidir.” (Kehf,18/45)

İşte bağlandığın dünya bundan ibaret.

Bir yağmurla yeşerir ama sonunda çerçöp oluverir.

Cansız olan tohum toprağa düşer. Onu gökten inen su ile hayata döndürür. Güzel bir hayat başlar. Sonunda yeniden çerçöp haline dönüverir.

Çocuk büyür genç olur.

Mal birikir zenginlik olur.

Gençlik yaşlılıkla yer değişir.

Sonunda olan olur her şey biter yok olur.

Ne mal fayda verir ne de makam.

Her şey yok olup gider. Kalan nedir, ne kalıcıdır?

Yaratıcıyı tanımak ve ona olan bağlılıktır geride kalan. Değeri olan, değer bulan…

Halbuki bağlılık dünyaya olursa, mal toplama işine girerse olanlar olur. Elde hiçbir şey kalmayacak kadar bir son.

Malın fayda vermeyeceği bir yere giderken toplanması gereken başka şeylerdi halbuki…

Çünkü bir gün elden uçup gidecekti bütün bunlar.

Kısa bir süre, kısa bir ömür.

Değersiz bir hayat için değmeyen birçok şey peşinde koşan insanların örnekleriyle dolu.

Bu dünya sınanma mekânı.

Gözümüze hoş gelen şeylere meyletmek ya da terk etmek meselesi.

Sınanma devam ederken sınandığımızı bilmemek ne kadar kötü.

Bazen mal bazen mülk. Bazen tanınmışlık bazen ünlü olmak.

Unutulmak için değil kalıcı olmak için var hayat.

Ahiret kalıcılığı…

Dünyanın değersizliği ancak bununla değer bulur.

Ahirette kalıcılık…

Ölüme hazırlık yap.

Ölüme hazırlan.

Sağlıklıyken yap.

Bir gün elin kolun kalkmayacak/kalkamayacak.

Giderken dünyalıklardan ve dünyadan bir şey götürülemiyor.

Götüremeyeceksin.

Götürmeyeceksin.

Sadece iman ve imanın gereği yapmış olduğun şeyler sana arkadaş olacak.

Bahçeler de kalacak, evler arsalar da…

X

Mallar ve evlatlar, dünya hayatının süsüdür. Baki kalacak salih ameller ise, Rabbinin katında, sevap olarak da ümit olarak da daha hayırlıdır. (Kehf,18/46.)

XI

Dünya bitmeyecekmiş gibi geliyor.

Ama dünya sonlu.

Bu sona giderken, kalıcı olanı hatırlamak gerek.

Ahiret vazgeçilmez olmalı.

Kibirsiz bir hayatı olmalı insanın.

Kibirsiz ve inanmış…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.