Duran Çetin
Buğday güvesi
Buğday tarlaları uzanıyordu uçsuz bucaksız ovalarda…
Buğdaylar, sapsarı bir altın denizi gibi gözlerinin önünde uzanıp giderken çok bereketli olacağı düşüncesiyle içi içine sığmayanlar, sevinçlerinden nerdeyse oynayacaklardı.
Nasıl sevinmesinlerdi? Bir yıl önceki kıtlık canlarına tak etmişti. Artık ambarları dolacak, fazlasıyla gelir elde edeceklerdi. Planları hep bunun üzerine yapıyorlardı. Son yılların en bereketli mevsimiydi.
Musa Peygamber, Firavun’a geldi ve her zamanki isteğini tekrarladı:
“İsrailoğulları'nı benimle birlikte serbest bırak.”
Firavun bu teklifi hemen reddetti. Zaten köle gibi itaat eden bunca insan grubunu göndermek istemezdi.
Bunun üzerine Allah onların üzerine tufan gibi bir yağmur gönderdi. Umutları bittiğinde akıllarına yine Musa peygamber geldi. Ve ondan yardım istediler:
“Rabbine dua et de üzerimizden şu yağmuru kaldırsın. Biz de sana iman edelim. Ve İsrailoğulları'nı seninle birlikte serbest bırakalım.” dediler.
Musa Peygamber dua etti.
Yağmur durdu.
O sene bereketliydi bütün bitkiler, ekinler.
Eşine hiç rastlanmamıştı bu bolluğun…
Zenginleşecek olmalarına çok sevindiler. İsteklerinin olmasıyla da şımarmaya devam ettiler. Musa Peygamber’in duasını hiçe saydılar. Allah’tan geldiğine ve sınandıklarına ihtimal vermediler.
Bunca olup biteni olmamış gibi sandılar. Verdikleri sözü hemencecik unutuverdiler. İçlerindeki isyan duyguları depreşti. İsyan duygularının esiri olmaya devam ettiler.
Bunun üzerine Allah o güzelim ekinler ve bitkilerin üzerine çekirge sürülerini saldı.
Çekirgeler o kadar kesifti ki, nerdeyse hiçbir ekin bırakmayacağını düşündüler ve ürktüler. Sevinçleri kursaklarında kalacaktı ki, imdatlarına yine Musa Peygamber yetişti.
Ondan dua istediler bir kez daha.
Sonuç yine onlar açısından güzellikti.
Ekinlerini topladılar ve evlerde stok ettiler, ambarlarını doldurdular. Artık gün onlarındı. Yiyecekleri de tamamdı, aç kalmayacaklar, açıkta olmayacaklardı. Bir yıl, belki de diğer yıllarda da rahat edeceklerdi. Kendi kendilerine sevindiler. Bağırıştılar, çılgınca eğlendiler:
“Artık ekinlerimizi garantiye aldık!” dediler.
Onlar bu duygularla böbürlenirken beklemedikleri belki de çok bilmedikleri bir canlı ambarlarda boy gösteriyordu. Nerden gelmişlerdi. Nasıl gelmişlerdi?
Depolardaki hazır buğdaylara saldırıya geçmişlerdi. Sayısızca çoğalıyorlardı. Bu böcekler onca emekle toplanmış ekinleri yok etmek için gelmiş gibiydiler. Böcekler tahılın kendisinden üreyiverdiler. O kadar çok buğday yiyorlardı ki halk ne yapacağını şaşırdı. Bir çare düşünmekten aciz, acizlik içinde kıvranmaya devam ettiler. Zenginlik ve rahat etme hevesleri kursaklarında kaldı. Karamsarlık diz boyunu aşmışken her zaman olduğu gibi zor anda Musa Peygamber akıllarına düştü.
Çare artık alışılmıştı: Musa peygamber.
Musa Peygamber’e koştular. Bir kez daha dua etmesi için yalvar yakar oldular:
“Ey Musa! Rabbine dua et, bu güve salgınını kaldırsın, o zaman iman edecek ve İsrailoğulları'nı seninle birlikte serbest bırakacağız!” dediler. (A’raf, 7/134)
Musa, Rabbine dua etti. Allah da bu musibeti kaldırdı.
Sıkıntılarından kurtuldukları gibi verdikleri sözleri tutmaktan uzak durmaya devam ettiler. Sanki hiç söz vermemiş gibi pişkin davranışlarını sürdürdüler ve İsrailoğulları'nı onunla birlikte serbest bırakmadılar.
Bir sınanma daha yaşadılar. Cezalarına katkıda bulunacak cezalarını artıracak davranışlarına devam ettiler.
“Ne zaman ki, onların erişebilecekleri bir süreye kadar, o iğrenç azabı çekip-gideriverdik, onlar yine antlarını bozdular.” (A’raf, 7/135)
Böyle devam edemezdi, Allah'ın verdiği mühletin sona ereceği zaman gittikçe yaklaşmaya devam etti.
Bir başka sınanma yaşayacaklardı. Allah’ın, azaplarını katlamak için onlara bir miktar daha mühlet vermesini de anlamaya hiç yanaşmadılar. İsyanlarına ve inkârlarına devam ettiler.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.