Bir tokat attı

Hz. Musa…

Mizacıyla celalli bir insan.

Zor bir görevi vardı. Bir olan Allah'a iman etmeye çağırmak o çağda hiç de kolay değildi. Herkes kendi halinden memnunmuş gibi bir hayat devam edip gidiyordu.

Alışılmışın dışına çıkan çağrısı toplumda tepkiyle karşılandı.

Peygamber olarak görevlendirilmiş hakkı tebliğ etmeye başlamıştı. Bu tebliğ Kıptîlerin hiç hoşuna gitmemişti. Üstelik onun bu çağrısına kulak vermek yerine cephe almışlardı.

Bu sebeple şehir halkının ortalıklarda görünmediği bir anda dışarı çıktı. Kendisine gösterilecek olan tepkinin farkındaydı. Tedbir amaçlıydı bu sessizlik anında dışarı çıkması…

Kimsenin haberi olmadan şehre girdiğinde bir kavgaya şahit oldu.

İki kişi kavga ediyordu.

Öyle böyle değil, birbirlerine öldüresiye vuruyorlardı.

İmdat çağrısına duyarsız kalamazdı.

Yardım isteyene yardım etmek istedi. Yardım ettiği insan İsrailoğulları’ndan biriydi. Kavganın diğer tarafında ise firavunun taraftarlarından biri vardı…

Yardım isteyene yardım etmek düşüncesiyle karşısındakine bir yumruk attı. Ne olduysa o anda oldu.

Bir can uçup gitti. Oraya öylece yığılıp kaldı. Hareketsiz bir şekilde ruhu bedenden ayrılıp geldiği yere uçuverdi…

“Mûsâ, halkın habersiz olduğu bir sırada şehre girdi. Orada biri kendi tarafından, diğeri düşmanı tarafından; kavga eden iki adam gördü. Kendi tarafından olan, düşmanına karşı ondan yardım istedi. Mûsâ da ona bir yumruk indirip onu öldürdü. Mûsâ, “Bu şeytanın işidir. O, gerçekten apaçık bir saptırıcı düşmandır” dedi. (Kasas, 28/15)

Hangisi haklıydı anlayıp dinlemedi.

Acele ile davrandı.

Aceleci tavrı ona yanlış bir iş yaptırdı.

Sonunda pişmanlık olan bir yanlış.

Anlayıp dinleseydi. Ya da olanları kavramaya çalışsaydı…

Yaşadığı pişmanlığı yaşamayacaktı.

Pişmanlık içinde boğulmayacaktı…

Ama olmadı.

Celallendi. Celalli olmak onun özelliğiydi.

Pişmanlığını ifade etmekten geri durmadı:

“Bu şeytanın işidir. O, gerçekten apaçık bir saptırıcı düşmandır” dedi.

Şeytan. İnsanı saptırmak, doğru olandan uzak tutmak için tuzaklar kuran şeytan. İnsana iyiyi kötü, kötüyü iyi göstermek için durmadan, duraksamadan, bıkıp usanmadan çalışan şeytan…

Boş durmadı, peygamber bile olsa ona yanlış yaptırmak için çalışıp durdu.

Sonunda başardı da…

O pişmanlıklar içinde kıvranırken iltica edecek bir tek merci vardı. Ona yöneldi. Şeytan başarısı ile sevinirken o boynu bükük bir şekilde af diledi:

Mûsâ, “Rabbim! Şüphesiz ben nefsime zulmettim. Beni affet” dedi. Allah da onu affetti. Şüphesiz O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” dedi. (Kasas, 28/16)

Allah bağışlayandı, bağışlamayı çok severdi ve onu da bağışladı.

Af dilemesinin verdiği sevinçle gelecek için karar verdi. Bir daha asla dedi.

Asla…

Anlayıp dinlemeden, suçluyu kesin tespit etmeden asla…

“Rabbim! Bana verdiğin nimetle asla suçlulara arka çıkmayacağım.” dedi. (Kasas, 28/17)

Yapmadı da…

Ama istemeyerek da olsa bir adamın ölümüne sebep olmak onu yeterince üzdü.

Niyeti öldürmek değildi. Birazcık korkutmak ya da kavgayı sonlandırmaktı. İstemeyerek istenmeyen bu olay yaşandı.

Artık şehirde daha dikkatli olması gerektiğini biliyor ona göre davranıyordu.

Tebliğe devam etmesi gerektiğinin farkındaydı. Artık işi iyiden iyiye zorlaşmıştı. Çünkü öyle ya da böyle işin içinde bir ölen bir adam vardı, öldürülmüş biri…

Her zaman karşısına çıkacak ve yapacağı işlerde önüne konacaktı.

Öyle de oldu.

***

Musa şehirde korku içinde sabahladı. Başına her an bir şey gelebilirdi. Etrafı gözetleyip durdu da sabahı etti.

Musa peygamber, bir önceki gün yaşananların etkisiyle korkarak dışarı çıktı. Etrafını gözeterek yürürken gördüğü manzara ile irkildi:

“Korkarak, etrafı gözetleyerek şehirde sabahladı. Bir de ne görsün, dün kendisinden yardım isteyen yine feryat ederek ondan yardım istiyordu…” (Kasas, 28/18)

Mısırlı bir Kıpti’nin ölümüne sebep olan adam aynı yüzsüzlük ile yine yardım istedi.

Düşündü.

Aynı adam aynı rol ile kavgaya tutuşmuş ve yine yardım istiyor…

Düşündü.

İstemeyerek yaptıklarından pişmanlık duyarak af dilemişti.

Yine aynı görüntü ile karşı karşıya kalınca düşündü…

Düşündü ve şöyle seslendi:

“Belli ki sen azgın bir kimsesin.”

Bu cevap adamın hoşuna gitmedi. Bir gün önce bir insanın ölümüne sebep olduğunu hiç yaşanmamış saydı da kendince kendisine yardım edilmemesini kınadı.

Musa’yı ayıpladı.

Yardım etmesi gerekirdi. Suçun kimde olduğunun önemi yoktu. Onun İsrâiloğulları’ndan olması Musa’nın kendine yardım etmesi için yeterliydi, öyle düşünüyordu.

Musa Peygamber onu yakalamak istedi. Onun yaptığının yanlışlığını ona gösterecekti. Ama olmadı.

Karşı koydu.

Kendisini desteklemediğini fark ettiğinde ondan uzak durmayı hele yakalama isteğine karşı duruşu onun kişiliğini ele verdi. İftira etmekten uzak durmadı. Verdi veriştirdi. Önemli olan kendisiydi ve kendisine yardım edilmesiydi. Gerisinin hiç önemi yoktu.

Tam da bu duyguları ifade ederek şöyle söyledi:

“…Ey Mûsâ! Dün birini öldürdüğün gibi, beni de öldürmek mi istiyorsun. Sen ancak yeryüzünde bir zorba olmak istiyorsun, arabuluculardan olmak istemiyorsun.” (Kasas, 28/19)

Musa peygamber yardım ettiği soydaşının bu sözlerine bakıp kaldı. Yanlış yapmaktan Allah'a sığındı. Af diledi defalarca. Haksızlık yapanlardan olmamayı diledi sayısızca…

İşine gelmediği için hemen iftiraya başvuran insanın halini düşünmek gerek. Çıkarı için bütün dürüstlüğü yok sayan birinin hali acınacak bir hal…

Bir uyarı aldı.

Uyarıldı.

Yapması gereken biri vasıtasıyla kendisine ulaştırıldı.

O sırada şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi ve ayağının tozuyla: “Ey Mûsâ! Firavun’un ileri gelen adamları şu anda seni öldürmek için aralarında görüşüp duruyorlar. Hemen buradan çık, git! Şüphen olmasın, ben senin iyiliğini isteyen biriyim!” dedi. (Kasas, 28/19)

***

Allah, Musa ve kardeşi Harun Peygamberin Firavun’a gitmelerini emretti.

Musa ve kardeşi Harun firavuna giderken nasıl karşılanacakları ile ilgili endişeleri vardı. Zaten onların varlığından rahatsız olan firavun ve etrafındakiler için yeni bir bahane de vardı. Kendilerine kötü davranmasından çekindiler.

Allah onlara emretti ve bu emir yerine getirilecekti.

Allah dedi ki, “Hayır, korkma! Mucizelerimizle gidin. Çünkü biz sizinle beraberiz, (her şeyi) işitmekteyiz.” (Şuara, 26/15)

Artık yapacak bir şey yoktu. Allah'ın onları koruyacağını zaten biliyorlardı. Ama insan işte hep bir korku içinde olurdu. Bu emir ile korkularını bir kenara bırakıp firavunun huzuruna çıktılar:

“Şüphesiz biz âlemlerin Rabbinin elçisiyiz.” “İsrailoğulları’nı bizimle beraber gönder.” dediler (Şuara, 26/15).

Firavun bu çağrıya cevap olarak yaptıklarını sıralamaya başladı. Çocukluğunda başladı onlara yaptıklarını anlattı. İyiliklerini sıraladı…

Size yaptığımı bunca iyiliğe rağmen karşıma nasıl çıkarsınız. Üstelik bizden bir adamı da öldürmüşken bunları bana nasıl söylersiniz, diyerek tepeden bakmaya devam etti. Onların bu işten vaz geçmeleri gerektiğini anlattı da anlattı…

Sonunda diyeceğini dedi onu nankör olmakla suçladı:

“(Böyle iken) sen o yaptığın işi yaptın (adam öldürdün). Sen nankörlerdensin.” (Şuara, 26/19)

İstemeyerek öldürdüğü insan ile ilgili sözler onun zoruna gitti ve firavuna cevap olarak içindekileri dile getirdi:

Mûsâ, şöyle dedi:

“Ben onu, o vakit kendimi kaybetmiş bir hâlde iken (istemeyerek) yaptım.” (Şuara, 26/20)

Ve üstelik senin beni nankörlükle itham etmenin anlamı da yok. Başıma kaktığın ve nankör olarak nitelendirmene sebep kendi yaptıkların. İsrailoğulları’nın bütün çocuklarını öldürmeyi istemen, onların hepsini köleleştirme hevesin sebebiyle olanlar oldu. Evet beni sarayda besledin ama buna sebep olan senin yaptığın zulümdü. Bütün çocukların canına olan kastındı. Şimdi bunu bana bir nimet olarak sunuyor olman doğru değil. Benden minnet beklemen de yersiz düşünceleriyle şöyle dedi:

“Senin başıma kaktığın bu nimet (gerçekte) İsrailoğulları’nı köleleştirmen(in neticesi)dir.” (Şuara, 26/22)

Onu bir olan, her şeyin sahibi ve hükmü altında bulunduran Allah'a iman etmeye davet etti.

Reddetmek onun karakteriydi. Öyle oldu. Onun bu çağrısını alaya aldı ve Musa’yı deli olmak ile yaftaladı…

Doğruyu kabullenmek yerine sınanmasını inat ve kibri sebebiyle kaybetti. Ebedi bir kaybediş yaşadı…

Bütün zorluklara rağmen tebliğ görevini yerine getirerek görevini ve sınanmasını tamamlayan Musa Peygamber hikmet ile görevini sürdürdü…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.