BARAJ PATLADI/ARİM SELİ

Yer; Yemen.

Zaman; Milattan önce 11. Yüzyıl civarı.

Refah düzeyi yüksek, zenginlikleri dillere destan.

Allah verdikçe verdi, zenginliklerine zenginlik kattılar.

Oturdukları beldede Allah'ın ayetlerini görmek mümkündü. Allah'ın gücünün ve varlığının delilleri apaçık ortadaydı. Bakıverseler anlayacaklardı. Anlamaları için onlara uyarıcı da göndermişti.

Önceki medeniyetlerden kalıntılar da sesleniyordu: Dünyanın kimseye kalmayacağını haykırıyor ve uyarıyordu. Ben buradayım, benim daha önceki sahiplerim yok, diye.

İki bahçe vardı sağlı sollu uzanıp gidiyordu. Güzelliği anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalırdı.

Bu güzelliklerin sahibi Allah onlara şöyle buyurdu:

Rabbinizin rızkından yiyin ve ona şükredin. Güzel bir ülke ve bağışlayan bir Rab...” (Seb’e, 34/15)

Yediler içtiler.

Doydular; tok oldular.

Hep tok kaldılar. Çünkü Allah onlar için nimetini indirivermişti. Onlar bunun değerini anlamak için bir çaba içine girmediler. Anlamak için bir dertleri olmadı. Dünyalıklar içinde yaşamaya devam ederken verenin kim olduğuyla hiç ilgilenmediler.

Sanki kendiliğinden oluvermişti. Sanki kendileri bunu oluşturmuştu. Değildi elbette. Hiçbir şey kendiliğinden olmazdı. Olamazdı. Onu bir var eden olmalıydı ve o Allah'tı. Bunu anlayacaklardı.

Sınandıklarını anlamak istemediler. Allah verendir ve alandır. Her şey onun kudretiyle oluverir. Ol der oluverir… Bunları da anlamadılar.

Allah'ın nimetlerini tıka basa yediler. Midelerini doldurdular.

Sanki tarlalar, bağlar bahçeler onlara her istediğini verecekmiş, vermek zorundaymış gibi şımarık duyguyla hareket eder oldular. Her şeyi kendilerinin kazandıklarını, kendi becerileri ile bu güzel bahçelerin var olduğuna inandılar. Allah'ın dilemesini unuttular. Rızık verenin Allah olduğu gerçeğini anlamak istemediler.

Zenginlikleri onları şımarttı. Bolluk içinde olmaları onları ebedi olarak bu dünyada kalacaklarmış hissiyle donattı. Envaiçeşit meyveler ve sebzeler içinde hiç ölmeyeceklermiş gibi yaşamaya başladılar.

Ama şükretmediler.

Ama Allah'a yakın olmak gibi bir istekleri hiç olmadı.

Azdıkça azdılar.

Doydukça azdılar.

Yokluk bilmediler. Zorluktan uzak yaşadılar...

Günlerini gün edip evlerini çevreleyen yemyeşil bahçelerinin içinde günün hareketine göre döne döne yaşamaya devam ettiler. Dünyada yaşanacak bir yer varsa kendi yaşadıkları yer olduğunu düşünerek arsız davranışlar içinde kayboldular.

Çıkış aramadılar. Çünkü böyle bir güzellik içinde kaybolmak onlar için yaşamak anlamına geliyordu. Bağışlanma dilemeleri istenmesine rağmen buna ihtiyaçları olmadığı/olmayacağı düşüncesiyle bütünleştiler…

Yaptıkları nimetin sahibine karşı nankörlüktü.

Nankörlükte sınır tanımadılar.

Bu nimetleri var eden onların emrine veren biri olmalıydı. Vardı. Ne yapmaları gerektiğini Peygamber vasıtasıyla bildirmişti.

Ama dinlemediler.

Şükretmediler.

Doyumsuz duygularına esir oldular.

Sonunda kendilerine zulmettiler.

Şükretmemeleri de bir zulümdü.

Şükretmeyerek, verenin varlığını görmezden gelerek nankörlükte zirve yaptılar.

Nankör olana ne denir ki?

Refah düzeyinin yüksekliği onların şımarıklığını artırdıkça artırdı.

Şımardıkça şımardılar.

Nankörleştikçe nankörleştiler.

Sağa sola sataştılar.

Hep önde olmayı istediler ve yaptılar.

Fesat çıkardılar.

Güçsüz olanların haklarını yok saydılar, onlara haklarını vermediler ve zulmettiler…

Ve sonra:

Allah yağmur indirdi gökten.

Nuh tufanını hatırlatırcasına yağmur indi gökten.

Yağmur öyle bir indi ki bir anda her yer sel oldu.

Sele kapıldı birçok şey.

Sel ile yok oldu gitti.

Arim seliydi bu, yıllar sonrasında bile unutulmayacak...

Birçok şeyi beraberinde alıp götürdü.

Nankörlük edenleri.

Aymazları.

Şaşkınları.

Nimet tanımazları.

Yaratıcısını unutanları ya da umursamayanları.

Alıp götürdü.

Götürdü ve bir daha geri getirmedi.

Sel o kadar güçlüydü ki sulamanın can damarı barajı doldurup patlattı.

Artık refah düzeyi sebebiyle şımaranların bahçeleri görünmez oldu. Bereketin emareleri silinip süpürüldü.

Yeşillikler içindeki güzelim evleri yerle yeksan olup gitti.

Bahçeler, bahçelerin bitirdikleri, bahçelerin getirdikleri dönüşü olmayan bir yola düştüler…

Gören gözler inanamadı. Önceki güzelliklerden eser kalmadı...

Sanki burada insanların şımarma sebebi olan bereketli bahçeler hiç olmamıştı.

Sanki kendileri buralarda hiç yaşamamışlardı…

Sadece bir enkazdı geriye kalan, sadece bir enkaz…

Onların dillere destan bereketli bahçeleri harap bir hale geldi.

İçinde, orada burada birkaç acı ılgınlı ve biraz da sedir ağacı kaldı…

Nimeti anlamayanların sonu, nimetin ellerinden alınması oldu.

Ve yaratıcıdan bir mesaj geldi:

“Nimetlere karşı nankörlük etmeleri sebebiyle onları işte böyle cezalandırdık. Biz (bu şekilde) ancak nankörleri cezalandırırız.” (Seb’e, 34/17)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.