Ateş başı

Saat 04.17’de yer yerinden oynadı. Yıktı ve geçti. Bir uyarı mıydı, bir ibret yolculuğu muydu, bunu insanlar değerlendirecekti.

Gecenin karanlığı sarsıntı ile birleşti ve hayalleri bile korkuttu. Korku bütün canlıların yüreğinde hissedildi. İnsanlar canları çıkacakmış gibi bir daralma içinde çaresizce ayağa kalktılar ve kaçacak bir yer, kurtulacak bir çıkış aradılar.

Çıkışlar kapandı. Ayağa kalkanlar yerlere serildiler tekrar.

Binalar gürültü ile yerinden savruldu. Kulakları uğuldadı. Yüreklerin yağı eridi. Vicdanlar pişmanlıklarla dolup taştı.

Kısa bir andı. Bütün hayatların göz önünden akıp geçtiği.

Kimisi kapıya koştu kimisi merdiven boşluğundan koştu. Çıkan oldu, çıkamayanlar kapana kısılmış gibi üzerine çullanan enkazın altında kaldı.

Kimisi balkona çıktı, atlamayı denedi kurtulmak için.

Bir asır gibiydi bir dakikalık zaman. Geçmek bilmedi. Ağzını açmış her şeyi yutmaya hazır bir dev gibiydi yeryüzü. Asırlardır beslediklerini bir anda yutmak ister gibi sallamaya devam etti.

Birçok bina sarsıntıyla yerle bir oldu. Bazıları ağır hasar aldı, sallandı ama yıkılmadı. Yıkılan evler sakinlerini altına aldı, altı üste geldi. Üstü alta geçti, içindekileri de alıp binanın dibine soktu.

Kimisi nefes almaya devam etti. Kimisi de ahiret yolculuğuna revan oldu.

Çığlıklar yıkılan bina enkazının altına hapsoldu. Enkazın içinde sessizliğe gömüldü…

İlk sarsıntıda kendilerini dışarı atabilenlerin yakınlarından birçoğu içerde kaldı.

Bir gün bekledi, ikinci gün enkazdaki yakınların kurtarılması için yine bekledi. Sabır gerekirdi. İçinde kaynayan volkanlara rağmen sükunetini koruyanlar Allah’a şükreden cümleler kurdu.

Üçüncü gün umutlar yeşil kalmaya devam etti.

Bir yıkıntının önünde yakılan ateşin başında iki kişi oturuyordu.

Beş katlı bir bina enkaz haline dönmüş. Taş taş üstünde kalmamış. Sütunlar, kolonlar, tavanlar dağılmış, duvarlar patlamış, beton toz kütlesi haline dönüşmüş…

Korkunç.

Geçmişin gömüldüğü yerdi burası.

Eşinin, çocuklarının ve paralarının enkaza karıştığı yer.

“İşte böyle hayat.” dedi biri.

Diğerinden hiç ses çıkmadı. Gözleri ağlamaktan kan çanağı olmuş yaşını almış bir adam. Titriyor ve ısınıyor. Ellerini ovuşturuyor, kafasındaki şapkayı kulaklarından aşağıya asılıyor ensesini kapatıyor…

“Ben yoksulluk sınırında yaşayan kendi halinde biriydim. Hiçbir beklentim de yok. Sadece eşim ve çocuklarımı Rabbim bana bağışlasın yeter.”

Karşısındaki suskunluğuna devam etti.

Sanki susmuş da bir daha hiç konuşmayacakmış gibi davrandı.

Ömrünün sonuna kadar konuşmamayı düşünüyor da olabilirdi.

“Sen zengindin. Allah sana mal mülk vermişti…”

Bu cümleden sonra adam başını kaldırdı baktı. “Ne diyorsun sen” demek istedi galiba. Şimdi zamanı mı der gibi yüz çevirdi.

Adam durmadı konuşmaya devam etti:

“Ben senin kaç senelik kiracındım. Benden başka üç tane daha kiracın vardı bak onlar burada değiller. Ama ikimiz buradayız, aynı ateşin başında birlikte ısınıyoruz.” dedi.

Söyledikleri bilinçli miydi yoksa sayıklama şeklinde kendini kontrol altında tutmak için miydi belli değildi.

O ana kadar hiç konuşmayan adam konuşmaya başladı:

“Evet siz benim kiracımdınız. Ben ev sahibi. Bu apartmanı yapmak için neler yaptım neler. Ama bak şimdi hiçbiri yok ortada.”

Sustu, yutkundu ve zor konuşan biri gibi konuşmasını sürdürdü:

“Senin neler düşündüğünü ama söyleyemediğini biliyorum. Üç bin liralık evime neden beş istediğimi aklından geçiriyorsun. Ne desen haklısın. Biz kazandıkça azdık. Azdıkça daha çok kendimizi düşünmeye başladık. Başkalarını düşünmekten hızla kaçıp uzaklaştık. Gözümü hırs bürüdü, dünya hırsı. ‘Daha çok’ derken vicdanlarımız katılaştı. İhtiyaç sahiplerini unuttuk ya da görmezden geldik. Kilo ile altın biriktirme derdine düştüm. Bankadaki hesabımda yığınla paralarım oldu. Senin durumunu düşünmek istemedim. Benim vardı öyleyse daha çok varlığım olmalıydı. Malımızı üç katına satmanın kâr olduğunu düşündüm. İnsanın düşmanı olan şeytan bunların hepsini güzel gösterdi bana. Zengin olunca her şeyi yapabileceğimi sandım, böyle düşündükçe çıkılmaz gayya kuyularına düştüm.”

Adamın konuşmaları bir sorgulamaydı. Kendi kendini hesabı çekiyordu. Daha önce yapması gerekeni, çaresizliğin ne demek olduğunu anlayınca, iliklerine kadar hissedince itiraf dolu konuşmalar yapıyordu.

Keşke bunları daha önce düşünseydi.

İkinci kattaki kiracısının asgari ücretle geçindiğini akıl etseydi de kirayı beş bin lira olacak diye diretmeseydi. “Ya beş bin vereceksin ya da çıkıp gideceksin!” diye inatlaşmasaydı.

Şimdi o da yok; ölmüş de olabilir çıkarılmayı bekliyor da olabilir…

Adam kendisini sorgulama konuşmasına devam etti:

“Bunlar hep imtihandı. Allah'ım bana mal verdi, denedi. Ben sınanmayı geçemedim. Şimdi malın mülkün kimin olduğunu öğretti. Benim değilmiş meğer. Bu imtihanı bunu düşünerek atlatmam gerekirken atlatamadım.”

“Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarını ver, fakat saçıp savurma.” (İsra 17/26)


“Ey insanoğlu! Bunlara dikkat et diye uyardı ama hırsım bu uyarıya kulak tıkamama sebep oldu. Halbuki bu zenginliği veren Allah'tı ve nereye nasıl harcamam gerektiğini de bana dikkat çekici bir şekilde bildirdi.

Ama ben. Yazık bana. Vay bana. İbretlik bir durum içindeyim. Şimdi aklım başıma geldi. Ama naçar bir şekilde burada bekliyorum. Eşim ve çocuklarım yaşasaydı da bir kuruş param olmasaydı.

Onlar nefeslenmeye devam etselerdi de ben hiçbir mülkümden kira almasaydım.

Heyhat! Şu andaki serzenişlerim boşa.

Bana düşeni de şu anda anladım. İyice öğrendim. Lakin sevdiklerim, birlikte olduklarım yanımda değil. Onların yaşaması için neler vermezdim neler. Her şeyimden vazgeçebilirdim.

İşte burada soğukta, ateşin başında ikimiz de aynıyız, aynı konumdayız. Bu gerçekliği musibet başıma gelmeden önce öğrenmiş olsaydım keşke.

Hatalarla dolu hayatım. Şimdi bana tövbe fırsatı sunan Rabbime karşı kulluk görevimi yapamayışıma yanıyorum.

Muhtaçları görmediğim hayatımda şimdi ben görülmeyi bekliyorum, muhtacım…”

Bu konuşmalar karşısında söyleyecek söz bulamayan kiracı sessizliğe gömüldü. Galiba sorgulama sırası kendindeydi.

Sabır işin başıydı.

Sabretmeliydi.

Sabırla devam edilen yolda umut olurdu. Umutsuz olmak kendine yakışmazdı.

“Allah sabredenlerle beraberdir.” dedi.

“Umudum var, Allah'tan umut kesilmez. Elbette onları da salimen çıkaracağız.” diye ilave etti.

Sabırla beklediler…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.