A’RAF

İşte şimdi oradalar. Hiç istemedikleri bir yerde.

Dünyada iken hayal bile etmedikleri yerde:

A’raf.

İki arada bir derede kalma gibi bir şey. Duyguları kabarıyor, dayanamıyorlar bazen.

Bazen buradan kurtulma arzusuyla pişmanlık içindeler…

Bir taraf cennet.

Diğer taraf ateşler diyarı.

İşte tam arasındalar. Tam ortada bir yerde.

Gönülleri başka, dilleri başka.

Korkuyla irkiliyorlar, umutlarını yitirmiyorlar.

Kendilerine verilecek bir hüküm bekliyorlar.

İşte burası; o yüksekçe yer, iki tarafın da görülebileceği mekân. Bir yanda nur, diğer yanda nar.

Ümitle birlikte korku da soluklanıyor.

İnsanlar var. İnsanlar bekleşiyor. Kendileri hakkında verilecek hükmü cennet umarak bekliyorlar. Beklemek zor, beklemek korkutuyor ama ümitlerini de kaybetmemişler…

Kaybedilmedik ümit ne güzel!

Hüküm beklerken cennettekiler ile cehennemdekilerin konuşmalarını duyuyorlar. Ümitlerinin yanında korkuları da artıyor. Korkularının yanında ümitleri daha çok artıyor bazen…

Bir ses duyuyorlar. Gönüllere sirayet ediyor. Sesin geldiği yerde olma isteği yeniden güçleniyor. Dilleri duaya duruyor. Heyecan içinde dinliyorlar:

“Cennetlikler cehennemliklere, “Rabbimizin bize vadettiğini biz gerçek olarak bulduk. Siz de Rabbinizin vadettiğini gerçek olarak buldunuz mu?” diye seslenirler. Onlar, “Evet” derler. O zaman aralarında bir duyurucu, “Allah’ın lâneti zalimlere!” diye seslenir.” (A’raf, 7/44)

Araf’takiler cehennemliklerin “evet” cevabıyla bir kez daha sarsıldılar. Zira cennete gidecek bir hayatları olmamıştı. “Keşke…” demeleri de bir anlam ifade etmiyordu. Sınav yeri dünyaydı ve orada olan olmuş, her şey sonuçlanmıştı. Sınav sonucunun değişmesi mümkün değildi.

Araf’takiler cennettekiler gibi dünyadan gelenlerdi.

Araf’takiler cehennemlikler gibi dünyadan gelenlerdi.

Geldikleri yer aynıydı ama bulundukları yerler farklı farklı.

Farklı oluşları iman ve İslamlıklarıyla ilgiliydi.

Bu defa Araf’takiler sahnedeler. Cennet ile cehennem arasındaki o yüksekçe yerdeler. Her iki tarafı da görüp konuşulanları duyuyorlar. Bir umut diyerek cennetliklere selam veriyorlar:

“Cennet ve cehennemliklerin hepsini simalarından tanımaktadırlar. Cennetliklere, “Selâm olsun size!” diye seslenirler. Onlar henüz cennete girmemişlerdir, ama bunu ummaktadırlar.” (A’raf, 7/46)

Sonrası gözler cehennemliklere çevriliyor. Cehenneme çevrilen gözler tanıdık simaları görüyor:

İleri gelenler bunlar. İnsanların önünde olanlar. Sözü dinlenen ve söz söyleme yetkisini kendinde bulanlar. Yaptıklarıyla insanları saptıranlar, yoldan çıkartıp Allah'a karşı görevlerinden alıkoyanlar.

Gözleri çevrilenler, cehennem ehlinin ileri gelenlerine dünyada söyledikleri pervasızca sözlerini hatırlatıyor ve onlara ne mallarının ne de çocuklarının hiçbir fayda vermediğini yüzlerine vuruyorlar.

“Onlar Allah yolundan alıkoyan ve onu, eğri ve çelişkili göstermek isteyenlerdir. Onlar ahireti de inkâr edenlerdir.” (A’raf, 7/45)

“Gözleri cehennemlikler tarafına çevrildiği zaman, “Ey Rabbimiz! Bizi zalim toplumla beraber kılma!” derler.” (A’raf, 7/47)

Olup bitenden sonra A’raf ehlinin Cennet ehline yönelen yüzleri ve orayı arzulayan düşünceleri ile şu sözleri duyuluyor:

“Haydi, girin cennete. Size korku yok. Siz üzülecek de değilsiniz.” derler.” (A’raf, 7/49)

İşte bir başka manzara.

Yine araftakiler var. Cehennemliklerin içinde bulundukları durumu görüyorlar. Onların içinde bulundukları sıkıntıları izliyorlar… Cehennemliklerin cennetlik olanlardan isteklerine şahit oluyorlar:

“Cehennemlikler de cennetliklere, “Ne olur, sudan veya Allah’ın size verdiği rızıktan biraz da bizim üzerimize akıtın” diye çağrışırlar. Cennetlikler ise onlara, “Şüphesiz, Allah bunları kâfirlere haram kılmıştır” derler.” (A’raf, 7/50)

Onlar dünyanın efendileri idi.

Kendilerini öyle gördüler.

Birçok insanın doğruyu bulmasının önüne çıktılar, engeller koydular.

Kendi güçlerini artırma adına yaratıcının emirlerini yok saydılar.

Bu konuyu, bazen edebi bir dil ile bazen bir politik tavırla ifade ettiler.

Çünkü kendilerinin en seçkin olduklarına inandılar. İlahi çağrılara kulak tıkayıp gününü gün etmenin derdine düştüler.

Bazen paraları ile bazen de sosyal statüleriyle insanlara hükümranlık tasladılar…

Kendilerini göstermede mahirdiler. Hep önde olmayı, önde kalmayı tercih ettiler. Bunu mallarıyla desteklediler.

Bütün bu yaptıkları, vazgeçilmez oldukları yanılgısına götürdü. Konumlarını güçlendirdiler. Kendi düşüncelerinin etkin olduğu bir ortam inşa ettiler. Bu ortamı korumak için daha çok çalıştılar. Haksızlıklar konusunda sınır tanımadılar. Sınırsızlık da onları daha çok isyana, daha çok benlik imparatorluğu kurmalarına sebep oldu.

Yapıp ettiklerinin azameti karşısında gözleri kamaştı. Bütün bunlar sayesinde sonsuz bir ün sağlayacaklarını düşünüyorlardı.

Sonsuz bir ün onlar için oldukça önemliydi. Ölümü bile unutup ünlenme çalışmasına devam ettiler.

Etkileri sebebiyle insanların onlara yaklaşımı/yakınlığının verdiği güven duygusuyla burunlarının ucundan başkaca bir yeri görmüyorlardı.

Bu fırsatla; rahatlıkla başkalarının hak ve hukuklarına el uzatabiliyorlardı. Haksızlık yapmaktan ve hak yemekten geri durmadılar.

Yaptıklarının hak olduğuna hem kendilerini hem de yandaşlarını inandırdılar.

Mal mülk, bütün fırsatlar, bahçeler ve pınarları verenin kim olduğunu hiç düşünmediler, akıllarına bile getirmediler…

İçinde bulunduğu zenginliğin, ün ve tanınmışlıklarının sonsuza dek yaşayacağı vehmiyle, dünyada kalıcı yatırımlar peşine düştüler; malikaneler, kaşaneler yaptılar ve yaptılar…

Bunları yaparken çok mutluydular. Azap diye bir düşünceleri hiç olmadı. Azaba uğrayacakları ihtimalini göz ardı ettiler. Hatta azabı inkâr ettiler.

Büyük bir kibir.

Doyumsuz bir ego.

Beğenmez bir kişilik.

Tahakküm dürtüsü ile gerçekleri inkâr…

Sonuç belli.

Dünyada görmedikleri azap işte burada.

Cehennem.

Araf’takilerin şahitliğiyle cehennemde yalvarışları.

Halbuki bu azabı dünyada yaptıklarıyla çağırmışlar ve hak etmişlerdi.

İşte, geçici dünya geçti. Bütün haz ve şaşasıyla geçip gitti. Bütün bunların sınanma gereği olduğunu anlamadan yaşanıp bitti...

Şimdi kalıcı yerdeler.

Ebedi olarak azabın içinde, kendi yaptıklarıyla çağırdıkları azap…

İşte araftakiler bütün bunlara şahitlik ediyorlar.

Arzu etmedikleri bir şahitlik.

Ya da cennetin kıymetini anlamaya yarayan bir şahitlik.

Ümit ve korku arasında geçecek bir zaman diliminin şahitleri. Hep cenneti isterler lakin onların gözü cehenneme ve cehennemliklerin yaşadıklarına çevrilir zaman zaman.

Her iki tarafı da yakından tanımakta ve bilmekteler.

Cennete gitme hevesleri her daim taze bir şekilde beklemeye devam ederler.

Allah haklarında bir hüküm verinceye kadar…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.