On beşindeydim, lisedeydim yani. “Acemi Yolcu” misali, yörüngesine oturmamış/bulamamış gezegen gibi dolaşıyordum kitaplar arasında. Soğuk savaşın bitmediği yıllardı. Adı ve yazarı belli olmasın diye gazete kağıdı ile sarılmış kitaplar okuyor, yasak kasetler dinliyordum; Gorki, Partileşme Süreci, Ahmet Kaya vs… Eksik bir şeyler vardı. Yetmiyordu iştihama bu isimler, müzikler… Rasim Özdenören diye bir isim anlam dünyamda yer etmemişti henüz... Kitaplarına erişememiş, tanışıklığım olmamıştı… Benim serbest radikal misali bir uçtan ötekine yalpalaya yalpalaya dolaşmakta oluşum bir öğretmenimin dikkatini çekmiş olmalı.
Sisteminin tek sorunu: saç
İlk gençlik heyecanlı ile saçlarımı arkaya henüz yatırmışım ve saçım da biraz uzun. Okula giriş kontrolünde yakalanmış, kenara alınmışım. Saçta jöle olup olmadığı kontrol ediliyor. (Düşünüyorum da eğitim sistemi için saç her zaman problem olmuş galiba! Saça takmışız hep. Uzunluk kısalığından görünüp görünmediğine, örtülüp örtülmediğine, örtülmüşse nasıl örtüldüğüne kadar!)
İçeri giriş seremonisinin bitmesini bekliyoruz kenarda ve sonunda bitiyor. Saçları kimin keseceğinin merakı içindeyiz: müdür mü berber mi? Numaralar alınıyor ve arkadaşlar saçlarını kestirmek üzere geri gönderiliyor…
Beni kitapçıya yolladılar
Ben bir kenara çekilip kitapçıya gönderiliyorum: İhsan Hoca’nın kitabevine… (Bugün de hala uğradığım bir yer oluyor orası.) Okumayı sevdiğim ve ortalıkta okuyor göründüğüm içinmiş bu. Oraya gidince bana verilecek kitaplar hazırlandığını öğreniyorum. O dönem gençliğine (şimdi de birilerine tavsiye edilen kitaplar var mı hala?) ilk okuma, bilinç kazandırmak üzere hazırlanmış kitaplardan bir demet. “Körün istediği bir göz…” misali çok seviniyorum. Şimdiki gibi çok, ucuz ve ulaşılabilir değil kitaplar. Belki o yüzden şimdikinden daha çok anlamı var.. “Bunları bitir, sonra istersen başkaları ile devam edersin” deniliyor. Tamam diyorum tamam.” Vecd ile okumaya başlıyorum kitapları.
Müslümanca düşünmek mi?
Verilen kitaplar arasında karşıma çıkan kitaplardan bir tanesi “Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler” kitabı oluyor. Böyle yer ediyor anlam dünyam içerisinde Rasim Özdenören ismi. Benim “yeni bir dünya”ya geçişimin ilk basamaklarını oluşturmuştur Özdenören. Anlatım gücünün yanında okuma tadı ve farklı bir dünya, bakış açısı ile tanışmanın tadını ondan almışımdır. İçinde bulunmuş olduğum düşünce açlığından olsa gerek, birçoklarından farklı olarak öykülerinden önce denemeleri ile karşılaşmış, daha çok onları okumuşumdur ilk dönemlerde. Denemelerden sonra öyküler. Yeni Şafak’ın ilk çıktığı yıllarda da merakla takip ettiğim köşe yazarları arasında olan A.Gaffar Taşkın’ın da Rasim Özdenören olduğunu öğrendiğimde pek şaşırmamış hatta mutlu olmuştum... Bir düşünce, üslup, dil tadı akrabalığı oluşmuştu aramızda Kahramanmaraşlı olmanın ötesinde…
Öykü suya sabuna dokunur
Edebi tür olarak öyküye yönelişim sonrasında daha da dikkatle takip etmeye çalıştığım bir yazar, üstad olmuştur Özdenören. Öykünün bir edebi tür olarak düşünce boyutu zayıf, naif, suya sabuna dokunmayan bir tür olduğu gibi bir algı vardır. Cılız, bir kez okunan ya da sonuna kadar okunmayan, üzerinde düşünülmesi gerekmeyen ya da düşünülecek bir derinliğe sahip olmayan çok öykü, öykücü okudum. Bir dönem bu beni öyküden soğutmuş, uzaklaştırmıştır. Sonrasında anladım ki öykü türünde söz sahibi olan, yarına kalıcı niteliği bulunan yazarlar fikri altyapısı güçlü, dünü ve bugünü okuyabilen, gelip geçici olanın içerisinden/arasından yarına kalacak olanı seçebilen ve bir varoluş problemine/özüne dokunabilenlerdir. Özdenören de bunların içinde başta gelenlerden birisidir benim için…
İlk kez Konya'da karşılaştık
Rasim Özdenören ile ilk karşılaşmam TYB Konya Şubesinin düzenlemiş olduğu I. Konya Öykü Günleri sempozyumu esnasında olmuştu. (Ne hikmetse birincide kaldı bu öykü günleri. İkincisi yapılamadı.) Programlardan sonra Alaaddin Tepesi'nde bir çay bahçesinde oturmuş, sohbet edip tanışma imkanı bulmuştuk. İbrahim Demirci beni Rasim Bey’e tanıtmış “Bu da Maraşlı, hemşehriniz” demişti. Sonrasında sohbetimize devam etmiştik. Babamı tanıyor olması beni şaşırtmış ve sevindirmişti. Sonrasında zihnimde öyküye dair sorular, cevaplar, tadına doyulmaz bir sohbetti benim için. Yazarın gücünü ve etkisini artırma ya da azaltmaya sebep olsa da insanın düşünce dünyasında iz bırakan yazıların sahipleriyle karşılaşması unutulacak anlardan değil. En son karşılaşmamız yine TYB Konya Şubesi'nin düzenlemiş olduğu (Mart 2008) “Sanatının 50. Yılında Erdem Bayazıt” programı öncesi, esnası ve sonrasında olmuştu…
İşte böyle oldu
İşte böyledir “Acemi Yolcu”nun “Ruhun Malzemeleri”ni ararken bahçesinde “Gül Yetiştiren Adam”ı bulup “Kafa Karıştıran Kelimeler”i öğrenip “Denize Açılan Kapıdan” içeri girip “Yaşadığımız Günler”deki “Çapraz İlişkileri” fark edip “Yeni Dünya Düzeninin Sefaleti”ni görmesi ve “Yumurtayı Hangi Ucundan” kırması gerektiğinin bilinciyle “Yeniden İnanmak” için yola çıkmasının ve Usta ile karşılaşmasının hikayesi böyledir.
…
Evet. Bu yazı yazıldıktan bir müddet sonra bu “acemi yolcu” ustayla karşılaşmanın ötesinde bir de yolculuk yapmıştır. TYB Konya Şubesi olarak Nisan 2009 yılında Rasim Özdenören’e “55. Sanat Yılında Rasim Özdenören Öyküsü” adlı bir vefa programı düzenlemiştik. Turan Karataş, Alim Kahraman ve Mehmet Harmancı konuşmacıydı. Bu programın koordinatörü olarak Rasim Özdenören’i Ankara’dan alıp Konya’ya getirme görevi de bize düşmüştü. Bir de Acemi Yolcu’nun Ustayla Seyahatini yazmak gerekiyor artık yazabilirsem…
Allah rahmet eylesin…