Arkadaşım… Onu tanıdığım için hâlâ içim kıpır kıpır. Bir gün zor bir problemini gülerek anlattığında, “Sen buna nasıl gülüyorsun?” demiştim. O da gülerek, “Alıştım artık,” demişti. O günden sonra önce birbirimizin arkadaşı, sonra dostu, sonra da ailesi olduk; yıllardır birbirimizden kopmadık. Ve hâlâ merak ederim: Acaba beni hiç tanımadan bu kadar güvenilir mi gördü?
Biz küsme nedir bilmeyiz; her şey birbirimize sarılarak sona erer. Bazen geceleri üçe kadar kavga etsek bile, sabaha karşı gülerek uyuruz. Arkadaşım 2 yıldır uzakta olduğu için yazları ancak beraber vakit geçirebiliyoruz. Ve işte o yazlar, gelmesini sabırsızlıkla beklediğim en özel zamanlarımız. Arkadaşımın eğlenceli aurası o kadar yüksek ki, yanında olmak her zaman enerji veriyor; görüntülü konuşsak da gerçek bir arada olmanın yerini tutmaz.
O her konuda çok becerikli; özellikle yemekleri muhteşem. Uzaklara gitmeden bize bir bı fellah köftesi yapsa da yesek. Elinin pratikliği kadar zekâsı da pratiktir. Eminim ki hayat şartları daha farklı olsaydı, çok başarılı bir iş kadını olabilirdi. Ama olsun, o zaten çok başarılı bir anne, başarılı bir evlat, başarılı bir dost ve oğluma başarılı bir teyze.
Çocuklarımızla bir aradayken çok oyun oynarız. Oğullarımız oyunlarımıza “çok saçma” deseler de yine gülerek eşlik ediyorlar. Bir ara çocuklar yokken, gece film izleyelim dedi. Köşe takımında yayılarak film izlemek, yıkılan domino taşlarına çeviriyor bizi; mecburen birimizin ayakları yastık görevi görüyordu. Film hakkında tek yorum yok, uyuduğunu anladım. Sonra benim de içim geçmiş; o uyanmış ben uyudum diye başladı. Ooo ne laflar, üç gün söylendi. Sonradan ikimiz de itiraf ettik ki aslında ikimiz de uyuyormuşuz… ama en çok o uyuyormuş.
Başka bir zamanda ise, yönetici kaloriferleri açmadığı için bir hafta boyunca pijamalarımızın üzerinde mont, montun üzerinde battaniye, ayaklarımız yorganın altındaydı. Çenemiz titriyordu; öyle soğuktu ki, uyuyup kibritçi kıza dönecektik.
Arkadaşımın kızı ise bizim ekibin tek kızı, sırlarımızın merkezinde ve bizim çiçeğimiz. Çocuklarımız bizimle her şeyi paylaşır; kimi zaman anne, kimi zaman kanka, kimi zaman da oyun arkadaşı oluruz. Rolümüz değişir ama birlikte olmanın keyfi her zaman aynı. Biz güçlü, güzel ve eğlenceli anneleriz.
Arkadaşımla çok nadir yalnız kalırız; genellikle çocuklarımız veya başka eş dostlarımız olur yanımızda. Ama baş başa kaldığımızda, kahkahaların ve oyunların ardında biriken iç acılarımızı masaya dökeriz… çünkü suçlu masanın kendisi. Mesela bizi ilk görenler ya da tanımayanlar burnu havada diyebilirler; ama günümüz şartlarında kimseye güvenilmemesi gerektiğini bilir ve insanlarla mesafemizi koruruz. Bizimle dost olunması zordur; çünkü başkalarıyla arkadaş oluruz, fakat dostluğumuz birbirimize aittir.
Ve işte bizim dikdörtgen masa toplantılarımız: biri sıkıntılarımızı çeker, diğeri eğlencelerimizi ve itiraflarımızı taşır. Masaların dili olsaydı, tüm kahkahalarımızı, bakışlarımızı ve sırlarımızı anlatırdı. Hatta bize dair bir oyun videomuz var; tüm karakterimizi oradan çözebilirsiniz.
Arkadaşım televizyona düşkün; sevdiği dizi açıksa, bizi konuşturmaz. Konuşursak hemen azarlar, biz de anlayışla karşılar ve daha çok ses yaparız.
Bir de evin minik ama güçlü karakterleri var: Bade, sabah burnunda bir sümük balonu ile bana bakar, sanki “Hadi uyan!” der gibi. Sonra da yüzüme hapşurur. Tarçın ise tam bir sokak serserisi; geceleri kavga sesleri gelince, çocuklar koşar ve serseri Tarçın’ı kucaklayarak getirirler. İkisi de bizim kedilerimiz.
Tüm bu kaos, kahkahalar ve minik sürprizlerle dolu anlarımız, bizi her zaman birbirimize yakınlaştırıyor. Ben kendimi dostum konusunda o kadar şanslı görüyorum ki, Allah iyi ki bizim yollarımızı kesiştirdi. Herkesin hayatında öyle bir dostu olmalı. Ama benimkini kimseye vermem… Zaten o da gitmez.
Veee yine kış geldi, sen yine uzaklara gideceksin… Ama hani şarkıda diyor ya:
> “Döneceksin diye söz ver.”