Tarihin tozlu sayfalarında tutsak, okul yıllarında tarih kitaplarında adını hiç duymadığım yitik destan Kut’ül Amare.
Üzerine güneş batmayan ülke olan İngiltere’nin karanlığa gömüldüğü yer... Çöle yazılan destan...
Hasta adam olarak lanse edilen Osmanlı’nın Çanakkale’den sonra ikinci büyük zaferi.
İngilizler Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Hint Denizinin güvenliğini sağlamak Mezopotamya’ya hakim olmak için Irak seferine çıkar. Endüstrileşmenin etkisiyle Dicle nehrinin kenarında bulunan ve bir liman kentine dönüşen kut’ül amareye gelen İngiliz askerleri burada konuşlanır.
Bunun üzerine on bin kişiden oluşan Osmanlı ordusu Arap kabilelerinde orduya katılımıyla İngiliz birliklerini kuşatır. Kuşatma esnasında gıda sıkıntısı çeken İngiliz askerlerine gelen yardımlar engellenir. Uçaktan atılan gıdaları Dicle nehri alırken gemiyle gelen gıda yardımını da bir Osmanlı subayı olan Ali İhsan Paşa engeller. İngiliz askerlerinin içinde Osmanlıyla savaşmak istemeyen Müslüman Hindistanlı askerler vardır. İngilizlerin kandırıp getirdiği Müslüman askerler... Tabi bu da ayrı bir dram.
Beş aylık kuşatmanın sonunda İngiliz askerlerinin çoğu açlıktan ve salgın hastalıktan kırılır. 29 Nisan 1916 yılında İngilizler silahlarıyla birlikte teslim olur. Osmanlı’ya iki milyon sterlin ödemeyi de kabul ederler. Toplam on üç general, dört yüz seksen bir subay ve on üç bin asker Osmanlı kuvvetlerince esir alınmış. Bu zafer Bağdat’ı ele geçirmek isteyen İngilizlere büyük bir darbe vurmuştur.
Kut’ül Amare’nin kahramanı Halil Kut Paşa 6. Orduya yayımladığı mesajda; tarih bu olayı yazmak için kelime bulmakta müşkülata uğrayacak diyerek Osmanlı’nın kahraman ordusuna seslenir.
“Aslanlarım! Osmanlı’ya şeref şan İngiliz’e kara meydan olan şu kızgın toprağın güneşli semasında şehitlerimizin ruhlarında sevinç gülleri açarken ben de hepinizin alnından öperek cümlenizi tebrik ediyorum” diyerek konuşmasına devam ediyor.
Peki, bu zafer tarih kitaplarında neden yoktu?
İngiliz tarihçisi, James Marri’s ise bu zaferle ilgili Britanya askeri tarihinin en aşağılık yenilgisi diye tanımlar.
Kısaca bu zafer Osmanlı sebatının İngiliz inadını kırdığı ikinci zaferdir. Aslında hasta halimizle bile büyük zaferler kazanabiliyormuşuz.
İngilizler bu mağlubiyeti unutmadı. Ama bize unutturdular. 1931 yılında liseliler için yazılan tarih kitaplarında bu zaferin beş cümlelik değeri yoktur.
“ Tarih bu olayı yazmaktan kelime bulmakta müşkülata uğrayacak” diyen Halil Paşa’nın kemikleri sızlar mı bilmem.
Yalan yazan tarih utanmadı. Özetle Kut’ül Amare zaferi öksüz girdiği cumhuriyet doneminde 1945 yılına kadar az da olsa anılmıştır ama İngilizlerle iyi ilişkiler uğruna unutturulmuştur.
Türkiye’nin NATO ya girme sürecinde İngiliz şart koşuyor. Tarih kitaplarımızda bu zaferden bahsetmememiz şartıyla NATO ya alınıyoruz.
Hezimeti hazmedemeyen İngilizler gelecek nesillere bu zaferi unutturmamızı istiyor ve başarıyor da.
“İngiliz’i anlamadan Dünya’nın nere gittiğini anlamak zor” diyor bir düşünür. Diğer devletler on yıllık yirmi yıllık planlar yaparken bu İngilizler yüzyıllık plan yapıyorlar. Osmanlıyı da 200 yıllık stratejiyle yıkmayı başardılar. İslam dünyasını hem içten hem dıştan kontrol altına aldılar.
Cennet mekan Abdülhamid Han İngilizlere ithafet “Bunlar dün de bugün de dişini etimize geçiren çakallardır. Ya kurt olup bu çakalları kovalayacağız ya da koyun olup çürümeye mahkum olacağız.
Bu tehlikeli millet hakkında bir kızıl derili atasözü de derki “iki balık nehirde kavga ediyorsa bilin ki oradan az önce uzun bacaklı bir İngiliz geçmiştir”
Mağlubiyetini unutamayanlar bize zaferimizi unutturdular. Çanakkale’de yendik Kut da yendik meydanlar da yenen biz olduk ama kazanan onlar oldu.
İslam coğrafyası üzerinde uyguladıkları 200 yıllık plan tuttu. İslam ülkeleri birbiriyle kavga halinde birbirinden nefret ediyor. Örneğin Kut’ül Amare zaferini birlikle kazanmamıza rağmen biz Araplara hain onlar bize işgalci diyor. Çünkü nehirde kavga eden balıkların yanından geçen uzun bacaklı İngiliz bizim yanımızdan da geçti.
Hiç İngiliz’den nefret eden Arap veya Türk gördünüz mü? Oysa işgal eden onlar sömüren onlar. Atalarımızın katiline hayran olan biz katiline ev sahipliği yapan celladına âşık olan İslam coğrafyası...
Hal böyle iken bu coğrafyalarda kan gözyaşı durur mu?
İngilizlerin güdümünde tarih öğrenen bir nesil atalarını sever mi? Geçmişiyle barışık olur mu? Geçmişini bilmeyen geleceğini bulabilir mi? Ya yalan yazan tarih utanır mı?