Mavi ve Siyah

Keziban Eymir

Tul-u vaktindeydi akrep ve yelkovan Güneş huzmelerini göndermeye başlamıştı yeryüzüne.

Gökyüzü alacalanmıştı bile.

Namaz vakti geçmeden yataktan kalkıp eda etmeliydi namazını... Dünlerden kalan yorgunluklarından kurtulup.

Dünden kalan yorgunluklarımız var bizim, kırgınlıklarımız, bir de ahlarımız.

Karşılıksız sevmenin diyetidir yaşadıklarımız.

Bismillah deyip doğruldu yer yatağından: Bismillah her şeyin başı yeni başlangıçların adıydı.

Bismillah sığınakların en sağlamı...

Gri koltuk değneklerine yaslanarak zorda olsa yürüdü bahçe kapısına doğru. Gönlünün Sultanını ukba-i aleme yolcu ettikten sonra bu dağ evinde uzlete çekilmişti. Doğa ile baş başaydı. Tek ayağıyla hayata tutunmaya çalışıyordu.

Abdestini şırıl şırıl akan çeşmesinde aldı. Servi ağacının altında namazını kıldı. Hava biraz serinceydi hatta biraz soğuktu. Ama bahçede namaz kılmak daha güzeldi. Kuş seslerinin eşliğinde kocaman aminlerini savurdu gökyüzüne. Güneş aydınlatırken yeryüzünü...

Namazını bitirdikten sonra sırtını ağacın gövdesine yasladı. Bu arazi eskiden kıraç bir topraktı.

Ne ağaç ne çiçek küçük bir pınar vardı sadece. Ahmet hoca 30 yıl önce ahretliğiyle birlikle pınarın başına çeşme yaptılar. Bu ağaçlar bu bitkiler rengârenk çiçekler... Ab-ı hayat olmuştu bahçesine küçük pınar birde mor sümbüller...

Hüzünleri hasretleri yaşanmamışları gömüp yüreğine eşinin yadigarı mor çiçeklerin yanına giderdi, onlara içini döker kokularını taa içine çekerdi.

O çok severdi mor çiçekleri. Anlamı büyüktü aşıkla maşukun ütopyasında. Mavi ve siyahın...

Siyahı geceyi mavisi gökyüzünü özgürlüğü hatırlatıyordu. Karanlıktan sonra doğan güneş gibi işte. Hüzünler ülkesinde ki umut ışığı, kısaca hayatın cilvesi “mor sümbüller”...

Sen gidiyorsun mor sümbüller kalıyor

Gidiyorsun tüm çiçekler soluyor

Sen gidiyorsun düşlerimiz yarım

Siyahın içinde can çekişiyor

Beyaz kanatlı umutlarım

Sen gidiyorsun dokundukça kanıyor yaralarım

Tükenmeyen sevdalar içinde kayboldum

Ey benim diğer yarım

Yıllar geçti gitti dikenli yollarda

Mor sümbüller isyana dönüştü viran yurtlarda

Taa ötelerden acını anımsıyorum yüreğim siyah tuğyanlarda

***

Ah Ahmet hoca bu yaşına kadar ne günler görmüştü. Saçındaki aklar yüreğine hapsettiği

sessiz çığlıklar bir dile gelseydi. Derin bir ah çekti göğüs kafesini patlatırcasına. Mor halkalardan

gözükmeyen kehribar gözlerinde canlandı kaybolan yılları.

Gitme...!

Zamanıdır birlikte ağlayalım

Kaybolan yıllara söylenmemiş türkülere

Zamanın kıskacında kaybolan gençliğime

Kavganın yok ettiği muştularıma

Gitme

Birlikte ağlayalım

Baharda biriktirdiğim tüm çiçekleri bir silindir gibi ezdin geçtin ya

Daha koklayamadım ıtırı, yasemini, menekşeyi

Zamanıdır hesaplaşalım ey hayata tutsaklığım

Birlikte işleyelim ilmik ilmik

Hüzün torbanda biriktirdiğim kırgınlıklarım...

Birlikte söyleyelim lâl olmuş dilimin söyleyemediklerini

Gitme zamanıdır ey adanmışlığım…

Devamı konyabakis.com’da

***

Çocukluğu yokluk içinde geçti. O da diğer akranları gibi üzerinde bulunduğu coğrafyanın

kaderini yaşadı. Güç de olsa okumuştu. Ailesinin beklentisi büyüktü. O büyük adam olacaktı.

Geleceğini kurtaracaktı.

Üniversite bitince vatani görevini subay olarak yaptı. Taa o zamandan görmüştü ülkesinin üzerindeki

kara bulutları. Bir tarafta yoksul Anadolu halkı bir tarafta sağ sol Kavgaları ve darağaçlarında sallanan

gencecik fidanlar...

Ülkenin balını kaymağını yiyen yedikçe hainleşen menşei dışarda olan aydın...! Ülkeyi yöneten medya

patronları, Seçilmiş iktidara haddini bildiren ağalar, Ara ara irticayı hortlatan paşalar ve teröre

verdiğimiz şehitler...

Bizden olmayan dekanlar, profesörler yıllarca üniversitesi gençliğini yönlendirdi. Üniversite okuyan

gençlik halkına yabancı. Milli ve manevi değerlere düşman. Geçmişinden nefret eden... Yumurtadan

çıkıp kabuğunu beğenmeyen civciv misali... Bir garip diplomalı güruh.

Yıllardır katiline mihmandarlık yapan ülkem ah Anadolu’m/ Bu çığlık senin için/

Hor görülen sevdam bu kavga senin için./

Ahmet hoca askerlikten sonra öğretmenlik mesleğini seçmişti. O da almıştı nasibini güzel

vatanının vesayetçi sisteminden. Cumaya gittiği için soruşturma geçirdi, sürgünler yedi, firkatlar

yaşadı. Ama bunların hiçbiri Ahmet hocayı yıldırmadı. Çünkü vatan diye bi derdi vardı ve karşılıksız

sevmişti.

Okulda öğrencilerine, bulunduğu meclislerde insanlara birlik ve beraberliğin önemini

anlattı durdu. Hangi fikir hangi düşüncede olursak olalım aynı gemideydik. Farklılıklarımızla biz

Türki’yeydik. Gemi batarsa hepimiz boğulurduk.

Davası uğruna doğunun en ücra köşelerinde sürgün hayatı yaşadı. Öbür dünyadaki bir

sıratı geçmek için yalan Dünya’da yüzlerce sıratı geçmek gerekiyordu.

Ahmet hocaların yıllardır diktiği fidanlar büyüdü.

“Şimdi hasat zamanı”

Manevi değerlere bağlı yerli ve milli olanlar iktidardaydı artık. Cumaya gittiği için kimse

sorgulanmıyor, başını örten memur işten atılmıyor ayrıca ilaç ve tüp kuyruklarda yoktu

Toplum mühendisleri, vesayetçilerde boş durmuyordu elbet hak ve batıl amansız kapışıyor. Habil ile

Kabil sahnedeydi yine. Bu ülkenin istiklal ve istikbaline pusu kurarken düşman Ahmet hocalarda tabi

ki boş duramazdı. Davası için yollara revan olmuştu Ahmet hocalar.

Ezilen yanlarınla yollara revan olursun/ Yollar taşlıdır yollar dikenli. Kanatır

ayaklarını.../ Bu yollar patikadır / Yürümesi güç engebeli./ Aşılması zor hain Bakışlı riyası bol olan

yollar/ Ağartır saçlarını/

O gün karanlıklar içinde kalsa da şafak sökecekti biliyordu. Güneş yeniden doğacaktı mali hülyasının

üstüne. Bedel ödemeye hazırdı ödedi de. Kesik bacağına takıldı kehribar gözleri bi an. Acısı tazelendi

sızlıyordu yüreği onu kahreden kesik bacağı değil yaşadıklarıydı. Tankların altında kalan ezik bacağını

kesmişti doktor.

Ölümü göze alarak al bayrağı ile meydanda tanklara kafa tutmuştu. Oradaki insanlarla birlikte.

Ömerlerin, Tayiplerin, Mehmetlerin, ölümü öldüren yiğitlerin yanında.

Darbelerde şapkasını alıp kaçan başbakanlar yoktu artık. Lider halkının halk liderin yanında.

Asker kıyafeti içindeki hain halkın silahıyla halkı vurmuştu ya. Tankların altında ezilenler F-16 larla

vurulanlar, ölüme yürüyenler. Sanki kıyametti. Anadolu kıyamda.

Yıllardır bu toprakların makus talihiydi darbeler. Ama bu sefer halk yaptı darbeyi. Bir esselayla

başladı kurtuluş muştusu. Hainlerin kalkışmasına dur dedi Anadolu halkı.

Seksen yıllık plan bir gecede çöktü. Anadolu yine destanını yazdı.

Türkiye artık sadece kendi toprakların değil tüm ezilmişlerin umuduydu. Mazlum coğrafyaların kabul

olan duasıydı... Son kaleydi Türkiye.

Gam yüküne dönen yaşamı zihninde vizyona girerken zaman epeyce ilerlemiş vakit kuşluğa

ermişti. Kalkmalıydı artık sırtını yasladığı servinin gövdesinden tutunarak güçlükle kalktı. Gri koltuk

değneklerine dayanarak bahçesine diktiği bayrak direğinin yanına geldi. On beş Temmuzda elinden

düşürmediği bayrağın hilalinden öptü. Nazlı nazlı dalgalansın diye göndere çekti.

Vuslata ramak kalmıştı o da biliyordu. Son kez görmeliydi eşinin emaneti mor çiçekleri. Gözündeki

yaşlar toprağı sularken çiçeklerin kokusunu içine çekti. Hayatına son noktayı koyarken siyahın

içindeki mavi düşler gerçek olmuştu.

Kısaca hayatının özetiydi mor çiçekler.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (4)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.