Tul-u vaktindeydi akrep ve yelkovan Güneş huzmelerini göndermeye başlamıştı yeryüzüne.
Gökyüzü alacalanmıştı bile.
Namaz vakti geçmeden yataktan kalkıp eda etmeliydi namazını... Dünlerden kalan yorgunluklarından kurtulup.
Dünden kalan yorgunluklarımız var bizim, kırgınlıklarımız, bir de ahlarımız.
Karşılıksız sevmenin diyetidir yaşadıklarımız.
Bismillah deyip doğruldu yer yatağından: Bismillah her şeyin başı yeni başlangıçların adıydı.
Bismillah sığınakların en sağlamı...
Gri koltuk değneklerine yaslanarak zorda olsa yürüdü bahçe kapısına doğru. Gönlünün Sultanını ukba-i aleme yolcu ettikten sonra bu dağ evinde uzlete çekilmişti. Doğa ile baş başaydı. Tek ayağıyla hayata tutunmaya çalışıyordu.
Abdestini şırıl şırıl akan çeşmesinde aldı. Servi ağacının altında namazını kıldı. Hava biraz serinceydi hatta biraz soğuktu. Ama bahçede namaz kılmak daha güzeldi. Kuş seslerinin eşliğinde kocaman aminlerini savurdu gökyüzüne. Güneş aydınlatırken yeryüzünü...
Namazını bitirdikten sonra sırtını ağacın gövdesine yasladı. Bu arazi eskiden kıraç bir topraktı.
Ne ağaç ne çiçek küçük bir pınar vardı sadece. Ahmet hoca 30 yıl önce ahretliğiyle birlikle pınarın başına çeşme yaptılar. Bu ağaçlar bu bitkiler rengârenk çiçekler... Ab-ı hayat olmuştu bahçesine küçük pınar birde mor sümbüller...
Hüzünleri hasretleri yaşanmamışları gömüp yüreğine eşinin yadigarı mor çiçeklerin yanına giderdi, onlara içini döker kokularını taa içine çekerdi.
O çok severdi mor çiçekleri. Anlamı büyüktü aşıkla maşukun ütopyasında. Mavi ve siyahın...
Siyahı geceyi mavisi gökyüzünü özgürlüğü hatırlatıyordu. Karanlıktan sonra doğan güneş gibi işte. Hüzünler ülkesinde ki umut ışığı, kısaca hayatın cilvesi “mor sümbüller”...
Sen gidiyorsun mor sümbüller kalıyor
Gidiyorsun tüm çiçekler soluyor
Sen gidiyorsun düşlerimiz yarım
Siyahın içinde can çekişiyor
Beyaz kanatlı umutlarım
Sen gidiyorsun dokundukça kanıyor yaralarım
Tükenmeyen sevdalar içinde kayboldum
Ey benim diğer yarım
Yıllar geçti gitti dikenli yollarda
Mor sümbüller isyana dönüştü viran yurtlarda
Taa ötelerden acını anımsıyorum yüreğim siyah tuğyanlarda
***
Ah Ahmet hoca bu yaşına kadar ne günler görmüştü. Saçındaki aklar yüreğine hapsettiği
sessiz çığlıklar bir dile gelseydi. Derin bir ah çekti göğüs kafesini patlatırcasına. Mor halkalardan
gözükmeyen kehribar gözlerinde canlandı kaybolan yılları.
Gitme...!
Zamanıdır birlikte ağlayalım
Kaybolan yıllara söylenmemiş türkülere
Zamanın kıskacında kaybolan gençliğime
Kavganın yok ettiği muştularıma
Gitme
Birlikte ağlayalım
Baharda biriktirdiğim tüm çiçekleri bir silindir gibi ezdin geçtin ya
Daha koklayamadım ıtırı, yasemini, menekşeyi
Zamanıdır hesaplaşalım ey hayata tutsaklığım
Birlikte işleyelim ilmik ilmik
Hüzün torbanda biriktirdiğim kırgınlıklarım...
Birlikte söyleyelim lâl olmuş dilimin söyleyemediklerini
Gitme zamanıdır ey adanmışlığım…
Devamı konyabakis.com’da
***
Çocukluğu yokluk içinde geçti. O da diğer akranları gibi üzerinde bulunduğu coğrafyanın
kaderini yaşadı. Güç de olsa okumuştu. Ailesinin beklentisi büyüktü. O büyük adam olacaktı.
Geleceğini kurtaracaktı.
Üniversite bitince vatani görevini subay olarak yaptı. Taa o zamandan görmüştü ülkesinin üzerindeki
kara bulutları. Bir tarafta yoksul Anadolu halkı bir tarafta sağ sol Kavgaları ve darağaçlarında sallanan
gencecik fidanlar...
Ülkenin balını kaymağını yiyen yedikçe hainleşen menşei dışarda olan aydın...! Ülkeyi yöneten medya
patronları, Seçilmiş iktidara haddini bildiren ağalar, Ara ara irticayı hortlatan paşalar ve teröre
verdiğimiz şehitler...
Bizden olmayan dekanlar, profesörler yıllarca üniversitesi gençliğini yönlendirdi. Üniversite okuyan
gençlik halkına yabancı. Milli ve manevi değerlere düşman. Geçmişinden nefret eden... Yumurtadan
çıkıp kabuğunu beğenmeyen civciv misali... Bir garip diplomalı güruh.
Yıllardır katiline mihmandarlık yapan ülkem ah Anadolu’m/ Bu çığlık senin için/
Hor görülen sevdam bu kavga senin için./
Ahmet hoca askerlikten sonra öğretmenlik mesleğini seçmişti. O da almıştı nasibini güzel
vatanının vesayetçi sisteminden. Cumaya gittiği için soruşturma geçirdi, sürgünler yedi, firkatlar
yaşadı. Ama bunların hiçbiri Ahmet hocayı yıldırmadı. Çünkü vatan diye bi derdi vardı ve karşılıksız
sevmişti.
Okulda öğrencilerine, bulunduğu meclislerde insanlara birlik ve beraberliğin önemini
anlattı durdu. Hangi fikir hangi düşüncede olursak olalım aynı gemideydik. Farklılıklarımızla biz
Türki’yeydik. Gemi batarsa hepimiz boğulurduk.
Davası uğruna doğunun en ücra köşelerinde sürgün hayatı yaşadı. Öbür dünyadaki bir
sıratı geçmek için yalan Dünya’da yüzlerce sıratı geçmek gerekiyordu.
Ahmet hocaların yıllardır diktiği fidanlar büyüdü.
“Şimdi hasat zamanı”
Manevi değerlere bağlı yerli ve milli olanlar iktidardaydı artık. Cumaya gittiği için kimse
sorgulanmıyor, başını örten memur işten atılmıyor ayrıca ilaç ve tüp kuyruklarda yoktu
Toplum mühendisleri, vesayetçilerde boş durmuyordu elbet hak ve batıl amansız kapışıyor. Habil ile
Kabil sahnedeydi yine. Bu ülkenin istiklal ve istikbaline pusu kurarken düşman Ahmet hocalarda tabi
ki boş duramazdı. Davası için yollara revan olmuştu Ahmet hocalar.
Ezilen yanlarınla yollara revan olursun/ Yollar taşlıdır yollar dikenli. Kanatır
ayaklarını.../ Bu yollar patikadır / Yürümesi güç engebeli./ Aşılması zor hain Bakışlı riyası bol olan
yollar/ Ağartır saçlarını/
O gün karanlıklar içinde kalsa da şafak sökecekti biliyordu. Güneş yeniden doğacaktı mali hülyasının
üstüne. Bedel ödemeye hazırdı ödedi de. Kesik bacağına takıldı kehribar gözleri bi an. Acısı tazelendi
sızlıyordu yüreği onu kahreden kesik bacağı değil yaşadıklarıydı. Tankların altında kalan ezik bacağını
kesmişti doktor.
Ölümü göze alarak al bayrağı ile meydanda tanklara kafa tutmuştu. Oradaki insanlarla birlikte.
Ömerlerin, Tayiplerin, Mehmetlerin, ölümü öldüren yiğitlerin yanında.
Darbelerde şapkasını alıp kaçan başbakanlar yoktu artık. Lider halkının halk liderin yanında.
Asker kıyafeti içindeki hain halkın silahıyla halkı vurmuştu ya. Tankların altında ezilenler F-16 larla
vurulanlar, ölüme yürüyenler. Sanki kıyametti. Anadolu kıyamda.
Yıllardır bu toprakların makus talihiydi darbeler. Ama bu sefer halk yaptı darbeyi. Bir esselayla
başladı kurtuluş muştusu. Hainlerin kalkışmasına dur dedi Anadolu halkı.
Seksen yıllık plan bir gecede çöktü. Anadolu yine destanını yazdı.
Türkiye artık sadece kendi toprakların değil tüm ezilmişlerin umuduydu. Mazlum coğrafyaların kabul
olan duasıydı... Son kaleydi Türkiye.
Gam yüküne dönen yaşamı zihninde vizyona girerken zaman epeyce ilerlemiş vakit kuşluğa
ermişti. Kalkmalıydı artık sırtını yasladığı servinin gövdesinden tutunarak güçlükle kalktı. Gri koltuk
değneklerine dayanarak bahçesine diktiği bayrak direğinin yanına geldi. On beş Temmuzda elinden
düşürmediği bayrağın hilalinden öptü. Nazlı nazlı dalgalansın diye göndere çekti.
Vuslata ramak kalmıştı o da biliyordu. Son kez görmeliydi eşinin emaneti mor çiçekleri. Gözündeki
yaşlar toprağı sularken çiçeklerin kokusunu içine çekti. Hayatına son noktayı koyarken siyahın
içindeki mavi düşler gerçek olmuştu.
Kısaca hayatının özetiydi mor çiçekler.