Bertuğ taş zemin üzerinde uyuyakalmıştı.
Şeşe kuşu zindanın kapısını açtığına göre herhalde sabah olmuştu.
Uykulu gözleri mahmurdu. Kehribar gözleri nemli...
Zindana loş bir ışık hakimdi. Tünelleri duvarlarına astıkları meşalelerden geliyordu tahminim Burayı şems aydınlatmazdı. Çünkü burası güneşin küstüğü yerdi.
Bertuğ bu kuşun sadece gözlerini görebiliyordu. Kocaman pörtlek bir göz. Dünyasında görmemişti böyle bir göz!
Ama burası dünya değildi, burası belki de farklı bir gezegendi henüz keşfedilmeyen...
Haydut kuşun merhameti hiç yoktu. Ayrıca Bertuğ’a çok öfkeliydi
Olsun!
Bertuğ merküt kuşundan çok umutluydu. Ama o gök kuşu değil miydi? Bu karanlık şehirde yer altında ne işi vardı.
Canavar kuşun Bertuğ’u bir hışımla pençesinin arasına alıp uçması bir oldu. Mağaraya sızan ışığın sayesinde gittiği yerleri zor da olsa görebiliyordu. Karanlık dehlizlerde yüzüyor kah yükseliyor kah aşağılıyordu. Bazen ıslanıyordu. Tünellerin bazılarında sarnıç veya kuyu olmalıydı. Susuzluğunu gideriyordu ama boğulacak gibi de oluyordu. Allahtan Şeşe “bu meymenetsiz kuş” Bertuğ’u suya batırmasıyla çıkartması bir oluyordu.
Bu yer altı şehri labirentlerle dolu bu mağarada sayamayacağımız kadar odalar, zindanlar, ayşan evleri(mutfak). Hatta kütüphaneyi anımsatan bölümler vardı. Demek ki burası eskiden yerleşim birimiydi. .
Ama kaç yıl önce? Milattan öncemi, sonramı? Hangi çağda hangi medeniyet? Artık bu kısım Arkeologların uzmanlık alanıydı.
Şeşe kuşuyla bu güneşe uzak mağarada uçmaya devam eden Bertuğ’un görüş gücü iyice artmıştı. Ya gözü loş ışığa alışmıştı ya da şeşe ışığın geldiği yöne kanar çırpıyordu. Belkide bu ışık güneşten sızıyordu mağaraya. Bertuğ’un yüreği korku ile macera arasında sıkışıp kalmıştı. Serçe gibiydi göğüs kafesi pır pır...
Artık uçsuz bucaksız tünelleri net görüyordu. Karşısında yan yana dizilmiş çok sayıda tünel varmış. Tünelin birinden yeşil ışık sızıyordu. Diğerinden mavi bir başkasından kırmızı ve beyaz ışık. Bir anda Bertuğ’un karanlık dünyası renk cümbüşüne döndü. Anlaşılan çift başlı kuşun huzuruna bu tünellerden geçerek ulaşılacaktı. Ama şeşe yine karanlık olan tünelden geçmeyi uygun gördü. Çünkü bu canavar kuşa karanlıklar yakışırdı. Haydut kuş bu güzel renkleri taşıyamazdı zaten. Ne olacak karanlıkların efendisi şeşe kuşu.
Nihayet karanlık tünellerden geçerek kristal bir kapının eşiğine gelmişlerdi. İçeriye girebilmeleri için kapının açılması gerekiyordu. Ama nasıl. ? mübarek X-ray cihazı vardı bu inde. Kapıyı Şeşe kuşu nasıl açacaktı ki? Bu kuş Bertuğ dan büyüktü, yalnız kapı kuştandan daha büyüktü.
Açıl susam açıl deseler açılır mı? belkide parola lazımdı. Belkide sim ambarın gizemli şifreleriyle açılıyordu kristal kapı.
Gak gak gak şeşe ilk defa ötmüştü. Sesi de kendisi gibi korkunçtu. Çıkardığı ses yeri göğü inletmiş sanki deprem etkisi yapmıştı. Sonunda kocaman yarım daire şeklindeki kristal kapı ortadan ikiye ayrılarak yanlara doğru açıldı. İçeriden gelen ışıklardan gözleri kamaşan Bertuğ uzun bir süre bakamadı geçtiği yerlere.
O da neydi öyle? Oldukça büyük bir oda yok yok saray burası. !Sadabat bahçesinden daha güzel.
Bulunduğu yerin zemini duvarlar tavan altın renginde. Bu daire şeklinde odanın her renkten bir sürü kapısı var. Saraya benzeyen bu yapıtın tam ortasında camilerde ki minberi anımsatan büyük yüksekçe bir yer var.
Bertuğ bu mistik yerden gözlerini alamıyordu. Elmas yakut zümrüt safir ne kadar değerli mücevher varsa buraya bezenmişti. Koltuk kristal, tavanda avizeyi anımsatan şekiller elmas, safir taşıyla süslenmiş minberin duvarları. Zemin zümrüt
Değerli taşların yaydığı renkler Bertuğ’un sağından solundan ışın gibi uzayıp gidiyordu. Kırmızı, mavi, yeşil, mor ışın...
Şimdi daha iyi anlıyordu bu mağaraya insanların neden gelmek istediğini. Anlatılanlar doğruydu. Burası efsanede anlatilanlarGibiydi
Üzerindeki taaccübü zor da olsa atıp beklemeye başladı başına gelecekleri.
Karanlıktan elmasların zümrütlerin içine akan bir yolculuk. Şu bi kaç gün içinde ne kadar çok şey yaşamıştı. İnanamayacağı ve inandıramayacağı...
Merkut acaba nasıl bir kuştu. Hakkında ki hükmü ne olacaktı, şu mavi kapı dünyaya götürür müydü onu? Ya zümrüt olan yeşil kapı bahsedilen cennete uçurur muydu? Ya ömrünün sonuna kadar zindan da kalsa ne olacaktı? Sonra mağarada ki iskeletler gibi mi olurdu. Yok yok kötü düşünmemeliydi. Aklından kötü düşünceleri silmeliydi. İyi düşünelim iyi olsun sözüne istinaden evrene güzel mesajlar göndermeli iyi enerjiler yaymalıydı. Daha doğrusu evreni yaratana sığınmalıydı. Kocaman dualar savurmalıydı küçücük avuçlarıyla gökyüzüne...
DEVAM EDECEK