Bak yine sonbahar geldi. Sil aklından menekşe kokulu yâri. başına taç yaptığın papatyaları. İçinde gezindiğin gelincik tarlalarını... unut! Erguvanın rengini kekik kokulu dağları.
Eylül geldi hüzün mevsimi kapıda. Keder çöktü ocağına. Yaprak gibi savruldu yine umutlar yüreğinin sokaklarında.
Bu mevsim dokunurdu ona evine kapanır pencere kenarında geçirirdi hep gününü, uyku tutmayan gecelerini. Bir umuttu beklerdi işte gidipte dönmeyen yaresini. İyi günde kötü günde ahitleştiği eşini... mor halkadan görünmeyen kara gözleri hep nemliydi. Artık yorulmuştu. Çocukları ile yaşam mücadelesi veriyordu. Hayat denilen handa bir başına...kadın başına...
Pencere kenarında sonu gelemeyen bekleyişler içinde gözyaşlarını akıttı yarasının içine içine.
Bir Eylül sabahı üşüyorum.
Pencere kenarında yolunu gözlüyorum.
Çığlık atarak esen rüzgârda
Gece mehtabı gündüz güneşi özlüyorum.
Bir Eylül sabahı
Esen yelden sonra
Yağmurunda ıslanmak istiyorum.
Hatıralar acıyla yoğrulurken.
Hicran kokulu odamda.
Anılarla yaşıyorum
Bağ bozumu yüreğimde
Yaprak dökümü.
Bir Eylül sabahı
Ölümü ensemde hissediyorum.
Bu hayat örseler insanı, bazı insanların bahtıda tahtıda güzel olmaz. Bazen analı babalı yetimsindir. Sahip çıkanın olmaz. Doğduğun eve sığamazsın yüksündür. Kader işte tam da güneşin küstüğü yerdesindir. Yıldızsız gecelerde kaybolursun bir el yapışır boğazına, kesilir nefesin. Hüzünlere gark olursun solar gül rengindeki gülüşlerin. Bir nehir kanata kanata akar içinden. Karadır bahtın zaten ya. Birileri dalını kırar, ayağından önce yüreğine vurular prangaları. Sığındığın limanını yakarlar. Güvendiğin dağlar küçülür gözünün önünde birer birer... Tutunamazsın... Koca evrende bir başınasındır işte. Sonra kırıldığın yerden büyürsün Marziye Ana gibi. Çocukların için hem anne hem baba olursun. Acılar devleştirir seni. Evlatların için feragat edersin kendinden, güzelliğinden, ömründen. Bir nevi adayış risalesidir, evlatlarına kendini. Yaşanmışlıkların... Bir kalesindir artık kimse yıkamaz seni.
Neredeyse on beş sene olmuştu eşini görmeyeli. Çalışmak için gitmişti güya gurbete. Gittiği günden beri hiç haber gelmemişti eşinden. Aylar yıllar geçmişti. Çocuklar büyüdü. Okullar bitti. Yaz kışa bahar hazana döndü. Ama ondan ne bir selam ne bir haber geldi. Sanki sırra kadem bastı. Bir tarafta çocukların geçim derdi. Bir tarafta eşinin kayboluş hikayesi...
Acaba eşi yaban ellerde kendine yeni bir hayat mı kurmuştu. Omuzlarında ki yük zaten ağırdı. ama ihanet en ağırıydı. Bu yıpranmış yürek bu kadarını da göğüsleyemezdi.
Heybem dolu hüzünlerle.
Gidiyorum meçhule doğru.
Yediğim vurgunlar sermayem.
Düştüm de kalkamadım
Sürünüyorum meçhule doğru.
Hazan oldu bağım oysa Nevbahar’dı.
İhaneti de koydum heybeme.
İstikbal artık hayaldi.
Geçemedim sıratı yüküm ağırdı.
Yara almış bir gönülle yürüdüm meçhule doğru.
Dışarda yağan yağmur pencereye tatlı bir tını bırakıyor, çayın buğusu dil-i bimarına merhem oluyordu. Beyaz yazmasından gözüküyor du. Aka dönmeye meyil eden kara zülüfleri. Zaman zaman uzaklara dalar sokaktan alamazdı gözlerini. Hep o pencere kenarında beklerdi. Belki bir gün elinde bavulla çıka gelir diye hayal ederdi. Hazır dı affetmeye nedensiz niçinsiz kabul etmeye. Yeter ki en değerlilerinin boynu bükük kalmasın.
Ah Marziye Ana o sert mizacının altında saklı yüreği ne kadar yufkaydı...
DEVAM EDECEK