Mehmet, Konya ilçelerinin bir köyündendi. Babasını küçük yaşta kaybetmiş gencecik dul kalan annesi ile ilçede ticaretle uğraşan dayısının yanına gelip yerleşmişler.
Annesi Dilber Hanım onu dayısının yanına vermiş, Nalburiye dükkânında çalışması, iş öğrenmesi için. Kendisi de konu komşunun temizlik işleri veya pancar bostan çapası gibi tarım işleriyle uğraşıp iaşelerini kazanmaya ve ele güne muhtaç olmadan çocuğu ile ayakları üzerinde durmaya çalışmışlar.
Mehmet’te bazı akıllı hareketler olduğunu sezen dayısı Ali Bey, onu bir gün karşısına almış, ona büyük bir adam edası ile “Yeğenim seni ben okutsam, okur musun? Büyük adam olmaya niyetin var mı?” diye sormuş.
Mehmet’in tam aradığı ve beklediği bir soru olunca çok sevinmiş ve dayısına sarılarak “Tabi okurum dayıcığım. Eğer okutursan, sana ömür boyu minnettar olurum” demiş.
“Oğlum eğer askeri okulda okumak istersen hemen yakınlarda büyük ilçede astsubay okulu var. Seni oraya yazdırayım. Biz de hafta sonları zaman buldukça annenle seni sık sık ziyaret ederiz veya sen izin alır kendin de gelip gidersin”
“Olur dayı” demiş ve dayısı kayıtlar başlayınca ilkokulu bitirmiş olan Hikmet’i bindirmiş bir vasıtaya o ilçeye götürüp astsubay okuluna kaydını yaptırmış.
Kız kardeşi “Abi, ben onu nasıl okutayım zaten aldığım yevmiyelerle işçilikle zar zor karnımı doyuruyorum. Bir de Mehmet’in masrafı çıkacak başıma. Ben nasıl idare ederim?” demişse de Ali Bey “Sen orasına karışma, onu dayısı okutacak, endişe etme” deyivermiş.
Yıllar yılları aylar ayları kovalamış Hikmet hiç kusursuz astsubay okulunu bitirmiş orduya katılmış. İlk görev yeri olan Diyarbakır’da iki yıl hizmetten sonra Manisa’ya 1. Ordu 57. Tümen 1. Piyade Er Eğitim Tugayı 1. Taburunda bir bölüğe tayin edilmiş.
Bu arada bir ara subay ihtiyacından dolayı Soma Kırkağaç gibi yerlerde de bazı geçici görevlerde bulunan Mehmet Astsubay Manisa’nın Gördes kazasında çalışırken alışveriş yaptıkları bir bakkalda güzeller güzeli bir kızla göz göze gelivermiş. İşte o anda Mehmet kızdan kız da Mehmet’ten bir hayli etkilenmiş ve ayrılırlarken epeyce birbirlerine bakışmışlar. Ondan sonra bu bakkala sık sık gidip gelmeler başlamış.
Munise kız o civarlarda oturuyor. Mehmet oradaki görevinin biraz daha uzatılması için komutanlarına ricada bulunuyor ve işler bu minval üzere devam ederken Munise ile konuşmalar buluşmalar başlamış. Aslında Munise de Mehmet’le aynı kaderi paylaşıyormuş. Onun da babası genç yaşta ölmüş. Munise kız annesiyle el işi yaparak, salça fabrikalarında çalışarak kıt kanaat geçinip gidiyorlarmış.
Bir pazar günü işinden ve annesinden izin alan Munise ile Astsubay Mehmet buluşup Ege’nin yeşil ilçesi olan Gördes’in bahçelerine doğru yayılmışlar. Aslında Munise bir kız arkadaşına gitme bahanesiyle izin almış annesinden. Bahçelerde gülüp oynayıp geleceğe dair hayaller kurarlarken nefislerine esir olup şeytana uymuşlar, bir kuytu yerde birbirlerinin oluvermişler. Nedamet sonradan baş gösterse de artık işin dönüşü yok ya. Çok yadırganacak ve o yıllarda bu hareketler kınanacak bir iştir. Munise bunu bir türlü hazmedemez ve bir ara annesine çıtlatıverir.
Vay sen misin onu diyen! Hemen harekete geçen kızın annesi, kışla komutanına bir şikâyetle müracaat eder ve Mehmet doktor muayenesi sonucu suçu sabit görülünce Manisa’ya açık askeri cezaevine konuverir.
İşte bizim tanışmamızda o zaman başladı Mehmet Astsubay ‘la. Bizlerde bu birliklerde askeriz ve bizim bölüğe verilmiş olan açık cezaevi nöbetini biz tutuyoruz. Bunlar adi suçlular olmadığı için cezaevi bahçesinde serbest dolaşma serbestliği içindeler ve bizimle dertleşebiliyorlar. Astsubay Mehmet bana “Asker nerelisin?” diye sormuştu bir defasında.
“Konyalıyım” dedim.
“Neresindensin?”
“Merkeze bağlı bir köyünden.”
“Hangi köy?”
Eski ismi Gilisıra idi, yeni ismi Gökyurt”
“İzmir’le çok alakalsın neden?”
“Orada oturan dayımlar var.”
“İzmir’i iyi bilir misin?”
“Çok iyi bilirim.”
“Bana yardım edebilir misin?”
“Nasıl yani? Ben daha acemi asker bir erim.”
“Evet, sen askersin ama. Benim gibi hapis değilsin ya.”
Bu olayların geçtiği yıl 1966’nın ilk Ocak ayı. Ortalık kış günü. Karlar soğuklar başlamıştı. Astsubay Mehmet de bana derdini anlatmaya başladı:
“Bak İsmail ben bir kızı sevdim onun için beni hapse attılar, evim bucağım dağıldı. Hatta yıllarımı verdiğim askerliğim de yanacak. Hatta bundan sonra belki orduda görev bile yapamayacağım. Üstelik de okuduğum yıllara göre devlete yüklü de bir tazminat ödeyeceğim. Mahkeme devam ediyor. Annem yanıma geldi. Bir defa kızın anasına yalvarması için utanarak annemden rica ettim. Annem Gördes’e gidip o kızın annesi ile görüşmeye cesaret edemedi. Ben de acaba orada anneme bir zarar gelir mi diye gönderemedim. Çaresiz kaldık, boynumuzu büktük. Mahkeme gününü bekliyoruz.
“Peki, senin buradan yani hapisten kurtulman için ne yapılması lazım, neye ihtiyacın var?” dedim.
“Kızın annesi kızını bana vermeye ikna edilse ve davadan vazgeçse ben hemen hapisten çıkarım, kızla evlenirim. Ordudaki görevim de devam eder. Yoksa bu olmaz ise hem hapiste çürürüm hem de askerlikteki görevime son verirler. Yani çok kötü durumdayım annemden ve dayımdan da çok utanıyorum.
“Ben ne yapabilirim zaten 2 aylık askerim?”
“İzmir’de yengem var diyorsun ya. Evet şehir kadınlarının ağzı laf yapar annem ne de olsa köylü kadını o iki lafı bir araya getirip de kız anasını ikna edemez. İzmir’den yengene rica etsen bize bu konuda kızın anasını ikna etmekte yardımcı olur mu? Yani ben de annemi memleketten getirteceğim ikisi Gördes’e gidecekler benim için. Kayınvalidem olacak kızın anası Firdevs Hanım’a ricada bulunacaklar. O Arnavut inatlıya… Olursa olur olmazsa bizim kaderimiz bu deyip başa geleni çekeceğiz, yani hapiste çürüyeceğiz. En acısı da sevdiğimize kavuşamayacağız bizimkisi asla gönül eğlendirmek değil, mutlu bir yuva kurmak. Biz Anadolu çocuğuyuz bunu sende az çok biliyorsun”
Ben konuşma sırasında hemen dikkat kesilip, “Ne kayın validem olacak Arnavut mu dedin?” diye sordum.
“Evet, Arnavut asıllı imiş kızın anası, fena inat” dedi.
“Astsubayım senin işin olacak gibi ama benim nasıl izin almam lazım? Çünkü benim yengem de Arnavut kökenli” dedim. Bunu duyan Mehmet Astsubay çok sevindi ve cezaevi çavuşunu yanına çağırdı. Bir şeyler söyledi. Sonra bana dönerek “Seni bölük komutanı çağıracak o ne derse ona göre seninle görüşelim” dedi.
“Olur” dedim ayrıldık. Gece bölük komutanımız beni subay gazinosundan çağırmış oraya gittim. Bana “Mehmet astsubaya yardım etmen için ne zaman izin istersen gel izin vereceğim, ama izin kâğıdı yok yeni askersin veremem, kimseye yakalanmadan gidip geleceksin İzmir’e. Bu riski alır mısın” diye sordu. Bende düşünmeden “Alırım” deyiverdim.
Ertesi gün yine Tugaydaki askeri cezaevine gittim. Mehmet Astsubay “İsmail ben anneme telgraf çektim. Yarın veya öbür gün gelecek. Sen annemle İzmir’e oradan Gördes’e şu adrese gidin. Yengenle benim kaynana adayı iki Arnavut bir görüşsünler. Her ne kadar tanımıyorsak da yengene ve dayına selamlarımı söyle. Onların ellerinden öpüyorum bir hemşeri olarak yardımlarını bekliyorum” dedi.
Ben o gece sabahı uykusuz ettim. Çünkü korkuyordum, kimsenin haberi yok, biz kendi kendimize gelin güvey oluyorduk. Bu yıllarda böyle kız kaçırana aile yapacak yuva kuracak olana orduda ve sivil hayatta pek hor bakılmazdı. Bana verilecek izin kâğıdı da tabur komutanından habersiz olacağı için imzasız idareten veriliyordu. Bu da Assubay’ın burada komutanları tarafından ne çok sevildiğinin bir göstergesi idi.
Sabah erkenden nizamiyeye çağırdılar. Assuubay’ın annesi gelmiş Taburun kapısında beni bekliyordu. Vakit geçirmek istemiyorduk. Ben de sivil elbiselerimi giydim subayların gözü önünde nizamiyeden çıktım. Nizamiye subayı “Manisa garnizonunda seni kimse yakalamayacak, ancak İzmir’de dikkatli ol” diye tembihlemişti.
Biz de zaten İzmir yolunun üzerindeydik. Hemen oradan geçmekte olan bir otobüse bindik, azami 45 dakika sonra dayımların evinde idik. Yengemle Dilber Hanım’ı tanıştırıp durumu izah ettikten sonra onlar konuşurken ben hemen dayımın işyerine gidip durumu ona da anlattım. Dayım çok anlayışlı, yardım sever bir insandı Allah rahmet eylesin. “Oğlum yengen bu işleri becerir sana da güvenirim, yengene de güvenirim. Allah yardımcınız olsun. Yalnız, kızımı anneannesine bırakın küçük oğlumu yanınıza alın, gidin bir bakalım inşallah başarılı olursunuz” diyerek yolladı bizi.
Koşarak eve geldim. Daha sonra garaja gidip otobüs bileti aldık. O zaman her yerde telefon yoktu. İyi ki dayımın işyerinde telefon vardı. Onunla postane aracılığı ile sık sık irtibat kurabiliyorduk. Gördes’e vardığımızda ikindi vaktiydi. Astsubaydan aldığım istihbaratla önce onu tanıyan bakkala vardık. Munise Kız ile ilk görüşmeyi orada sağladık. Nasıl misafir olacağımızı annesinin kabul edip etmeyeceğini sorduk. “Misafiri sever ama önce konuyu açmayın, oturduktan sonra usulü ile söyleyin, şansınıza…” dedi kız. Zaten Firdevs Hanım bizi bilmiyor tanımıyordu.
Çekinerek kapıyı çaldık “Misafir alır mısınız?” dedik. Kadın uyanık, beni kızına talip olacağım zannetmiş. Dünürcüler zannıyla, çok tatlı bir eda ile “Buyurun” dedi. Tabi bu başlarındaki düşük hareketi de biliyor muyuz diye bizim ağzımızı yoklamaya başladı. Yengem merhum da çok cana yakın ve konuşkan güler yüzlü idi. Sözü aldı, “Ben çok iyiyim çok hoşum. Ah biraz da Arnavut inadım olmasa.”
Kadın “Sen de mi Arnavut’sun, nerelisin?” dedi.
“İzmirliyim”
“Hangi yılların göçmenisiniz?”
Yengem “Ben bilmem. Dedeme Arnavut İsmail derler, o kadar bilirim” dedi. Yengem oradan buradan derken samimi bir ortam oluşunca, Firdevs Hanım bu hanım kim ya diye Dilber Hanım’ı soruverdi.
Yengem rahmetli gülerek “Ayol bu senin dünürün kız, daha tanışmıyor musunuz?” deyince, kadın şok oldu, “Neeee!” dedi hayretle: “Dünürüm mü?”
“Evet” dedi yengem. “Ayol biz buraya Allah’ın emriyle yakışıklı, çapkın subaya kızınız Munise’yi istemeye geldik. Yalnız şunu iyi bil ben çok cadalozum. Bu saatten sonra olmaz desen de bu evden bizi çıkaramazsın. Hiç bağırıp çığırma, burada misafir olarak kalacağız bu gece. “Kızımı vermem olmaz” dersen de sen bilirsin. Sabah çeker gideriz” dedi ve noktayı koydu: “Şu sözümü aklına koy: Sel gider kum kalır. Su akar mecrasını bulur.”
Kadın sustu uzun süre düşündü. Bir müddet sonra “Ayol sen ne manyak, baş belası kadınsın. Sizleri tanımam etmem. Bir erkek bir çocuk iki kadın evime misafir geliyorsunuz ve geceleyeceğinizi söylüyorsunuz, bu ne cesaret?” dedi.
Yengem de “Eğer İsmail’den çekiniyorsan o gitsin bir otelde kalsın, sabah gelsin. O benim kardeşim” dedi. Yeğenim demedi.
Kadın “Bu saatte kazada oteli nerede bulacak? Mecburen burada kalacak sizinle” dedi. Beni de yanına alarak yakın komşusuna vardık, “İzmir’den akrabalarımız geldi geç vakit olunca kalmak mecburiyeti hasıl oldu bu genç delikanlıyı bu gecelik misafir eder misiniz?” diye rica etti. Onlar da “Memnuniyetle” kabul ettiler. Ben o gece onlarda misafir oldum. Ev sahibi Fikret ağabey benim çok ağzımı aradı ama ben hiç açık vermedim. Yengemle akraba oluyorlardı. Ben Firdevs Hanım’ı tanımam deyip geçiştirdim.
Ben komşuda onlar kız evinde. Yengem, Firdevs Hanım’ı o gece uzun uğraşlar sonucu ikna etmiş. Sabah elinde davadan vazgeçme kâğıdı ile Manisa’ya gitmek üzere yola çıktık. Yalnız kadın yengemden birçok söz aldı. Bütün muhtemel olumsuzlukların yükünü yengeme yüklemeye çalıştı. Yengem bunlara davasını üzerine aldığı genç Astsubayı tanımadığı halde bana çok güvendiği için hiç itiraz etmedi. “Bu zamanda böyle askeriyede subay olan bir damadı herkes kapar ayol, sen daha ne istiyorsun?” gibilerle kadının damarından girdi, onu ikna etti. Manisa’ya geldik. Savcılığa dilekçeyi verdik. İlçe ile Manisa Arasında çok sefer yapan bir otobüsle önce İzmir’e daha sonra İzmir’e geldik: Ertesi gün mahkemeye çıkıldı ve Astsubay Mehmet serbest kaldı, Munise Hanım’la evlendi.
Bu güzel olay sonrası bende yengem ve. Mehmet’in annesi Dilber hanımla İzmir’e döndük. Akşamüzeri Dilber hanıma bilet alıp memleketi Konya’ya gönderdik, ben de yengemi eve bırakıp gece karanlığından faydalanarak. Manisa İzmir arasında sık olan bir otobüse binip Birliğime teslim oldum bu hareketim takım Subay ve assubaylar arasında çok takdir gördü ve hepsi tarafından sevildim. Burada kal dediler ama ben dağıtım olmayı tercih edip Kırkağaç silah taburuna gittim.
Astsubay Mehmet’in yazmış olduğu birkaç dörtlüğü sizinle paylaşayım.
Bir kız sevdim Gördes’ten
Şikâyetim ana Firdevs’ten
Kurbanın olayım Munise’m
Kurtar beni hapishaneden
Gördes’in yolları dar
Pek ani gelişti olaylar
Yalvardım ikna olmuyor
Anasında Arnavut inadı var
Mendilimdedir yolluğum
Uğruna kellemi koyduğum
İkimiz de babadan yetimiz
Yuva kuralım kurban olduğum
Nihayetinde isteği oldu Mehmet Ast Subay’ın. Onunla orada bir ayrıldık bir daha da görüşmedik. İnşallah mutlu yuvalarında yaşamları sürmektedir.
Öldülerse Allahtan Rahmet. Yaşıyorlarsa sağlıklı ömürler dilerim.