Bu Kendir Bitkisinin eskiden Anadolu köylüsünün yaşamında büyük bir önemi vardı.
Ülke insanına ve ekonomisine çok faydalı olan birçok bitkisel yağlı tohumlu ürünleri ekip dikmemize ne yazık ki ABD karar veriyor yasaklıyor veya kota koyuyor.
Mesela eskiden çokça ektiğimiz kendir ve yağından yıllarca faydalandığımız (Haşgaş) haşhaş bu ürünlerden uyuşturucu madde üretiliyormuş diye kendirin çöplerinden çok güzel kağıt yapıldığı liflerinden dokumalık kumaşlar yapıldığını bizler bilmiyorduk bunların ekmeyeceksiniz diye bizi engelleyen güçler kendileri ve besledikleri terör örgütleri bolca ekip esrar üretirken onlara bir dur demiyorlar.
Ürünlerimizi ekmeye dikmeye ve yetiştirmeye benim aklımın erdiği1950’li yıllardan 1980’li yıllara kadar bizim köyümüzde bu bitkiyi ekmek bir gelenek idi. Tabi ki daha evveliyatı da var. Çünkü köylülerin olmazsa olamazı idi bu. Köylüler her yıl yarım evlek veya bir evlek (400-800 metrekarelik arazi) kadar sulanan tarlasına ekerdi.
Konya’nın ve Anadolu’nun dağ köylüleri için bu bitki neden bu kadar önemli idi? Suyu seven boyu 2 metreye kadar uzayan tepe noktasına yarım metre kalan yerine kadar başak yapıp yaprak düzen ve tohum yapan kendirin yaprakları dar, kenarları kirtikli yeşilimsi bir renge sahipti. Oldukça sık ekilen gövdesi ise 1-2 cm çapındaydı. Yaprakların arasında verdiği yağlı mercimekten küçük kenevir denen tohumları da insan vücuduna çok faydalıydı. Bazı kış gecelerinde eğlencelik kavurga da olurdu. Buğday göllesinin (su ile pişirilmiş buğday) içerisine katılır, tavada kısık ateşte kavrularak da yenirdi. Kenevir helvası olarak yapıldığı da olurdu. Havanda dövülerek karın ağrısı ve Tatarca gibi hastalıklara şifa olması amacıyla da kullanılırdı. Çok hoş bir lezzeti olması bakımından köylünün vazgeçilmezi idi. Bunun şimdilerde daha çok farkına varıyorum ki o kadar zor işlerde çalışan köylülerin işe dayanabilmeleri için buğday, mısır, kenevir gibi vücuda zindelik ve enerji veren hormonsuz bitkilerin önemi büyüktü. Bu bitkinin yapraklarının keyif verici bir madde yapımında kullanıldığını köylüler asla bilmez ve hiç kötü niyetli olarak ekmezlerdi.
Sadece yararlı olan tohumları mı idi, tabiî ki hayır. Daha birçok yararları vardı köylüler için…
Bu adı geçen bitki baharda diğer sebzelerin soğan patates soğan ile beraber ekilir mevsime göre iki üç defa yazın suyu verildi mi boyu 2 metreye kadar uzar, 9 veya 10. aylarda evin çalışan bireyleri tarafından tek tek yerinden sökülerek tohum verenleri ile vermeyenleri –buna erkek denir- ayrı ayrı 30-40 adet bir araya toplanıp bağ yapılır ve belinden ince olanları ile bağlanır ve merkeplere sarılarak köye getirilip evlerin damlarına serilir ve kurutulmaya bırakılırdı. Kurutulduktan sonra yere serilen bir kilim veya çadır üzerine bir kalın sopa ile dövülerek tohumları alınır ve rüzgârda savrularak keneviri kapçıklarından çıkarılıp küplere doldurulur yaprakları da hayvanlar yemedikleri için ya yakılıp imha edilir ya da çöplüğe atılırdı. Şunu iyi biliyorum biz bu ürünü hasat ederken bazen başımızın döndüğü midemizin bulandığı baygınlık geçirdiğimiz olurdu. Bunun kokusundan ama asla esrar maddesi olduğunu bilmezdik. Hala da bugün bile benim köylülerim bunun bir keyif verici tehlikeli madde olduğunu bilmezler, ihtimal de vermezler. Böyle bir durum olduğunu söylesek de kınarlar adamı. Şimdi artık yasaklandığı için ekilmiyor. Artık ekilip kahrının çekilmesine ihtiyaç da yok. Eskiden çok ihtiyacımız vardı. Bu bitkinin tohumlarını aldıktan sonra kalan uzun saplarını yine bağlar halinde merkebe sarıp köyümüzün civarındaki ya ufak göletlere yada akan çaylara götürüp suyun önünü hafifçe bent yapıp bağlayıp kendirleri oralara taşlarla bastırır, gölettekiler on on iki gün kalır. Akar sudakiler ise 7. 8 gün kalır, sonra gider o suya bastırıp üzerlerine taşlar koyduğumuz kendirleri sudan çıkarır kurumaya bırakır 5-6 gün kuruduktan sonra, tekrar evimize getirip, iri saplı olanları kırmak suretiyle liflerini alırdık. İnce olanlarını kalınca bir sopa ile döverek veya ortasından kırarak unun liflerini çöpünden ayıklardık.
Sonra o lifleri analarımız bacılarımız kirman (eğircek) ile eğirip bükerek ip haline getirirler, onları ya köylerimizde bulunan ve adlarına “mutaf” denen dokumacıların ıstarlarına verip evimize sergi yapar üzerinde otururuz (kendir çulu) ya saman buğday koymak için çuval yaparız ya da taşımacılıkta kullanmak için merkeplerin semerlerine urgan yaptırıp yıllarca o urganları kullanırdık. Bunların çıkan çöpleri önemli bir kaliteli kağıt maddesi imiş. Onlarca ağacı kesip kağıt yapmadan bu kendir çöpleri ile kağıt üretilirmiş. Bizler bu çöpleri evlerin kapalı bir yerinde depo eder kışın bahara kadar kolay yanıcı bir madde olduğu için ateş tutuşturmada çıra gibi kullanırdık.
1900’lü yılardan sonra 1950’ye kadar dağ köylerinde kilim çuval, merkebin semeri üzerine sabitleyen paldım kolan seccade gibi şeyleri ıstarda dokuyanlara mutaf, ayakkabı tamir ve tulumbacı pabucu imal eden ve saraciye işleri ile uğraşanlara manav, semercilikle uğraşanlara semerci, hayvanların ayağına nal çakanlara nalbant, toprağın işlenmesinde kullanılan ağaçtan yapılan kara saban yapanlara sabancı, marangozluk ve ahşap işleme yapanlara dülger, taş yapıdan ev yapanlara ise yapı ustası denirdi.
Şimdi zamanımızda artık halı kilim koltuklar var oturmaya. Naylon çuvallar var un buğday saman doldurmaya. Para da var kenevir ve kuru yemişleri alıp yemeye. Öyle ise gerek yok bunca eziyeti çekmeye.
Ben bile kendirin esrar hammaddesi olduğunu 1971’de öğrendim. Onun için bütün ülkeler üzerinde hakimiyet kuran beş daimi devletler ülkelere bırakın adalet getirmeyi savaşları kaosları onlar çıkarıp savaş silahlarını diğer ülkelere satarak para kazanıyor zayıf ülkeleri sömürüyorlar, ölende öldürende onlardan değil nasıl olsa. Sonrada savaşanlar arasında arabuluculuğa soyunup bize yasak kendilerine serbest olan bitkisel ve sanayi ürünlerimizi sömürüyorlar. Onun için Dünya beşten büyüktür diyebilen Liderimiz var öyle ise lütfen bundan sonra bari aklımızı başımıza alalım sen ben kavgası yapmadan kardeşçe birleşerek ülkemize insanımıza sahip çıkalım. Dualarımla