İnsanların cinsine hangi urubayı layık gördüğü hiç umrumda olmadı bugüne kadar. Ruhumuza giydirdiğimiz urubaların ve onların etiketlerinin peşinde koşup durdum diye belki de. İnsanları giydikleri yedikleri içtikleri gittikleri veya bindikleri ile asla değerlendirmedim.
Kendi ruhuna yapıştırdıkları ucuz etikete üzüldüm sadece. Çünkü insan kendi dükkanında ne varsa vitrine onu koyuyor maalesef.
Kendinde değerli ne varsa onu göstermek istersin insanlara, beyin varsa beyin yetenek varsa yetenek güzel ahlak varsa güzel ahlakı koyarsın vitrine. Onun harici her durum vitrinde duran cesetten farksız olacaktır.
Mesela beyin kıvrımları yeterince gelişmemiş insanlar vitrine koyacak bişey bulamayınca vücut kıvrımlarını koyacak vitrine.
Çünkü onaylanmaya, sevilmeye, takdir edilmeye, değerli hissetmeye o kadar ihtiyacımız var ki hepimizin bir şekilde en kestirme yolu ne ise onu bulmaya ve uygulamaya çalışıyoruz.
Tabi bu süreç içerisinde herkese sevimli görünmeye çalışırken kendi şahsiyetimizden inançlarımızdan ve ahlaki değerlerimizden ne derece koptuğumuzun farkına bile varmıyoruz.
Bunu bize anlatmaya çalışanı linçleyip, kötüleyip, kıskanç ve fesat olduğunu öne sürerek Yalnızlığa ve etrafımızdan uzaklaşması için çabalamaya gayret ediyoruz. Çünkü kendimizde ki çirkinliklerle yüzleşecek kadar cesur değiliz.
Bizi her türlü alkışlayanlarla yolumuza devam ediyoruz malum cepte böyle doluyor.
Biri birgün bana başörtüsü ile oynayan koz çocuğunun sosyal medyaya düşmüş videosunu attı. Birde üzerine eklemiş vah vah ne ayıp vs diye.
Dedim dur bakalım oda biz gibi kafası karışık zamanlar yaşıyor hemen yargılama. İzlerken sadece acıdım…
Saçlarımı göremezsin ama kaç beden giyiyorum anlarsın, saçlarımı göremezsin ama bacak boyuma bak hele, saçlarımı göremezsin ama düğünde karşılıklı oynarız, saçlarımı göremezsin ama kalçalarıma oturmuş etekten hatlarıma bakabilirsin der gibiydi.
Karışık bir kafa hepimiz gibi işte…
Savrulmak o kadar kötü bir his ki, rüzgarı durdurmamak, 0 noktanı belirleyememiş olmak, pergelin iğneli ucunun defterden kayması ve çemberin yamulması öyle korkunç ki….
Yeniden istikamet belirlenemiyor insan.
Kimseyi ayıplamıyorum kendimin pis taraflarını gördükçe anlıyorum insanları ama alkışlamıyorum uzak kalmaya gayret gösteriyorum. Çemberim yamulmasın diye çabalıyorum sevenim olsa da olmasa da.
Kimse kimsenin düştüğü eşeği bilmez bilmediği gibi şartlar eşit olmayan bir yarışın içine de kendisini sokmaz. Dur bi derler insana sen kimsin daha onun yaşadıklarını yaşamadın ki başarılarını ne zorluklarla elde ettiğini görmedin ki, sen onun seni kıskandığını söylerken onun ne kadar umrundasın diye bi bakmalısın. Kendi hayat mücadelesini verirken doğru kalmaya çalışan, makam mertebe ve para için çemberinden çıkmamaya çabalayan ve bir sürü güzel işe imza atmış insanla aşık atamazsın.
Yönlendirmelerin boşunadır…! Er geç hakikat ortaya çıkmakla mükelleftir.
Asıl mesele ne biliyor musunuz?
Hazmedilmeyen ve doğru öğrenilmeyen her ideoloji, her din, her konu, her görüş sadece sizlerin değil toplumun da başına bela olur.
Yakın arkadaşlarınız birinin ikinci eşi iken sorun olmazken aynısını size yapan eşinize saldırırsınız…! Paranızı alırken iyi ama başkasına vaktinde vermezken sorun yok, ama size gecikince kıyamet koparırsınız… e zamanında yanlış olanı alkışlarken aklınız neredeydi?
Ne acı ki hiçbir şeyin ciddiyeti kalmadı zamanımızda. İçi boşaltılmış kavramlar çağında yaşamamızın asıl sebebi bu. Sonuç olarak aslında kendimizi nereye ait hissettiğimizi gözden geçirmemiz lazım. Aslında kim olarak yaşayıp kim olarak ölmek istiyoruz ona odaklanmalıyız. Yaptığımız eylemin arkasında yatan gerçeğe ne kadar inanıyoruz?
Bunun illaki örtü olmasına da gerek yok…
Sosyalist olduğunuzu ima edip yeşil parka ile geziyorsanız kaç defa Das Kapital okuyup buna karar verdiğinizi de sorgulayın.
Ezbere işimize göre hayatlar yaşamayalım…!
Demem o ki birgün görmezden geldiğiniz her değerle sınanırsınız…!
Vesselam..!