Hayatlarımızı zaman yönetir; onun içine doğar, onunla yaşar, onda ölürüz. Ne var ki hayatta her zaman istediğimizi alamayız. Sabır, işte bunu öğrenmektir. Beklemeyi bilmelisin. Beklemeyi bilirsen, güzellikler seni bulacaktır. Oysa çağımızda keyif almadan geçirdiğimiz her anı kayıp sayıyor, çabuk tatmin ve keyfi vazgeçilmez buluyoruz. “Musibet, Allah’a şikâyet edildiğinde ibadete, başkasına yanıp yakıla anlatılıp bir sızlanmaya dönüştüğünde isyana vesile olur” diye söyler arifler.
İnsanın her sahadaki başarısı, sabra bağlıdır. İlim ve sanatta yükselmesi, ticarette ilerlemesi, ibadette devamlılığı hep sabırladır. Sabırsız çiftçi harman, sabretmeyen talebe irfan, sabırsız asker zafer, sabretmeyen çırak da hüner elde edemez. Sabır, güçlükler karşısında Allah'tan korktuğu ve O'nun rızasını ümit ettiği için, nefsini fenalığa bırakmayıp tutmaktır. Sabır, tökezlemeyen bir binektir, insanı süratle ve emniyetle emeline ulaştırır. Sabır, saadet kapısının anahtarıdır. Sabır, başarının ilk ve son şartıdır. Sabır, cennet hazinelerinden bir hazinedir.
Sabrın değeri hakkında Hz Peygamber (s.a.v) şöyle buyuruyor: "Sabır, imanın yanında cesette baş gibidir." Tek kelimeyle sabır, dünya ve ahiret nimetlerini elde etmenin en mühim şartıdır. Çünkü Allah şöyle buyuruyor: "Allah ve Resulüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir." (ENFAL SURESİ – 46. AYET)
Sabır başlıca üç kısma ayrılır: Belalara sabır, farzları yerine getirmekte karşılaştığımız güçlüklere sabır, şehvani arzulara uymama konusunda sabır.
Rilke’nin Genç Bir Şaire Öğütler’de söylediği gibi : “Kalbinde çözülmeden kalan her şey için sabırlı ol. Cevapları şimdi arama. Şu anda cevaplar sana verilmez, çünkü sen henüz onlarla yaşayamazsın. Bu her şeyi o an yaşama meselesidir. Şu anda soruyu yaşaman gerekiyor. Belki daha ileride farkına bile varmadan, günün birinde kendini cevabını yaşarken bulacaksın.”
“Sabır kara bir dikeni yutmak, diken içini parçalayıp geçerken de hiç ses çıkarmamaktadır”.
“Yiğitlik, beden kuvveti ve pehlivanlık kudreti değildir. Aksine güçlü yiğit ve dayanıklı bahadır, öfkelendiğinde dik başlı nefsinin arzusunu zapt eden ve kızgınlık deryası çalkalandığında yalpalayan gemisini sabır ve dinginlik limanına demirleyen kimsedir” der Kınalızade.
Musibetin sana ulaştığı ilk anda gösterdiğin sabır, mükafata ereceğin andır aslında. Bir çoğumuz gelenek haline gelen dövünme, bağırma hatta üzerini parçalama gibi hallerin üzüntümüzün göstergesi olduğunu zannederiz amiyane bir tabirle, bir bakıma mecbur bırakılırız. İslami kaideleri zayıf olan toplumlarda bizden beklenen tam da budur. Oysa musibetin ilk anında şu ayeti kerimeyi telaffuz etsek "İnna lillahi ve inna ileyhi raciun" “Biz Allah’tan geldik Allah’a gideceğiz”. Başımıza gelen musibetten tez zamanda selamete erdiğimiz gibi, kazancımız da büyük olacaktır. Zannedildiği üzere bu ayeti kerime tabut duası değildir. Varlığın karşısında yokluğun ikrarıdır.
Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ) anlatıyor:
“Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı şunları söylerken işittim: “Kendisine bir musibet gelen müslüman Allah’ın emrettiği: “İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râci’ün, allahümme ecürni fi musibeti vahluf li hayran minhâ. “Biz Allah’ınız ve ancak O’na döneceğiz. Bana bu musibetim için ücret ver. Ve bana bunun arkasından daha hayırlısını ver” derse Allah o musibeti alır ve mutlaka daha hayırlısını verir.”
Kütüb-ü Sitte 3208