Ay kaybolmuş gökyüzünden, zifiri karanlık çökmüş dağların eteklerine, elimde bir bastonla gri kayaların basamağa benzetildiği yolun başında duraksıyorum. Başımı yukarı kaldırdığımda devasa bir dağ, tüm ihtişamı ile duruyor karşımda. Derin derin nefes alıyorum. Hiç kimse olmasa yukarıda, sade bir sessizliğin koynunda itikafa girsem bencilliği sarıyor yüreğimi. İmkansızı istediğim gibi birçok kişinin hayalini çalıyorum utancıyla atıyorum adımlarımı. Dilim Allah zikrini eda ederken titreyen dizlerim Hatice annemi düşündürüyor bana. 55 yaşında sevdiğine yemek getirişini canlandırıyorum zihnimde. Ben gecenin serin vaktini seçiyordum tırmanmak için ama o bunu seçemezdi. Belki de güneşin en dik olduğu vakitlerdi, hoş ne fark ederdi ki Mekke’nin gündüz her saati çok sıcak değil miydi? Bu düşüncelerle tırmanmaya devam ederken, nefesimi almakta zorlanmaya başladığımı fark ediyorum, dursam bir soluklansam diyorum ama durursam yürüyemeyecek hale geleceğimi hatırlıyorum.
Artık dilimle zikretmek imkansız hale geliyor, kalbe yöneliyorum. Su var, ama içersem tırmanamam, dinlenmek istesem bir daha yürüyemem. Bunların hepsi tırmanmanı zorlaştıracak unsurlar, bu nedenle sadece tırmanmak zorundayım. Üstelik arkadan gelen başka gruplar da var ve Nur dağının zirvesini kalabalıklarla paylaşmak istememenin verdiği çaba. Bencillik gibi algılanabilir ama öyle değil. Çok farklı kültürlerin insanları ile bir arada olmak ve bunun getirdiği farklı ibadet şekilleri huşu duyduğunuz anları sabote edebiliyor, yoğunlaşamıyorsunuz. Mümkün olduğunca önüm dışında bir yere bakmaktan imtina ediyorum, küçük de olsa şevkimin kırılmasını istemiyorum. Çünkü yol uzun, dik ve sarp.
Genellikle yalnız çıkmayı tercih ediyorum, tefekkür etme imkanım olağanüstü derecede fazla. Yanımda biri olsa illa ki konuşurum, bu nedenle huşuyu yakalayamama korkusu beni yalnız yolculuk yapmaya itiyor. Bir yandan kendi benliğinizi sorgularken bir yandan da şu meşakkatli yollar neden göze alır sorusunu sormadan edemiyor insan. Geçmişe dair birçok soruya bu meşakkatli ve çileli yol cevap veriyor adeta. O da bunalmış, o da daralmış, o da insanlardan kaçmış. Üstelik birilerinin onu rahatsız etme ihtimalini göz önünde bulundurarak kaçmış. Nihayet kendisini zirvede yalnızlığın en zifiri halinde bulmuş, Rabbiyle buluşmuş.
Kalbim hala zikir halinde, zihnim sorduğu sorulara cevap bularak ilerliyor. Arada “haci miskine yardım” sesiyle irkilse de o atmosferi gölgelemesine izin vermiyorum. Elimi kalbime koyup duyabileceği şekilde “Allah” diyorum. Dönüşte onun bu isteğine karşılık vereceğim anlamında. Teheccüt ezanı yankılanıyor kulaklarımda “ha gayret diyorum” sabah namazını zirvede eda edebilme arzusuyla. Tam “bittim artık, tırmanamam” dediğim anda kafamı kaldırıyorum, zirvede olduğumu fark ediyorum. “İşte bittim” dediğim anda başlıyor her şey, dizlerim üzerine çöküveriyorum. Kimsecikler yok, bir ben, bir kaç kedi ve mübarek Hira Nur mağarası. Hemen toparlanıp zirveden mübarek mekana ulaşmak için merdivene benzer kayalardan aşağıya iniyorum az sonra önümde bir insan geçecek kadar genişlikteki yerden zorlanarak geçip oraya ulaşıyorum. Toz toprak içerisinde iki seccade; biri mağaranın tam ortasında diğeri küçük meyil almış düz bir kayanın üzerinde yan yana birinde oturarak diğerinde ise normal vaziyette namaz kılınabiliyor. Normal şartlarda korkmam gerekir fakat zerre korku yok içimde, ağlamaktan namaza niyet alamıyorum. İşte oradayım onun oturduğu, ağladığı, nefes aldığı, kokusunun sindiği yerdeyim. Onun baktığı yerlere gözümü kırpmadan bakıyorum, kaya üzerinde elimi gezdirirken onun yüzyıllar önce dokunduğu yerlere dokunmanın heyecanını anlatmak pek de mümkün olmuyor, sadece yaşıyorum. Tüm vücudum titrerken secdeye kapanıyorum. Kimin umrunda ki toz toprak, karanlık, börtü böcek. Sor bakalım gelmiş mi hiç hatırıma?
Bir yanım şükürde, bir yanım tövbe istiğfar ediyor; bir yanım tefekkürde, bir yanım secdede, zihnimi rabıta yaparak berraklaştırıyorum. Düşüncelerim sadeleşiyor kalbim dinginleştikçe; vücudumdaki titreme dinmeye başlıyor. Belki birkaç saniye veya dakika ama ömre bedel bir huşu. Giderek yaklaşan ayak sesleri ve konuşmalar atmosferi bozuyor ama kalp o birkaç saniye veya dakikada tüm gerekli besinlerini depoluyor. Hemen kılabildiğim kadar namaz kılıyorum, kimsenin hakkına girmek istemiyorum. Edeple gelip lütuf ile uğurlanmak istiyorum. Her şey mükemmel ötesi, usulca yüzümü okşayan rüzgara bırakıyorum kendimi, gözlerim sevgililer sevgilisinin baktığı mübarek mekana kilitli. “Lebbeyk Allahümme lebbeyk” nidaları kulaklarımdan kalbime akıyor...