Züleyha çok yorgundu, bir elinde küçük bir market poşetine sığdırılmış geçmişi, diğer elinde kendisine korkulu gözlerle bakan evladı vardı. Ardında bırakmak zorunda kaldığı oğlu, önünde derin bir belirsizliğe mahkum geleceği vardı. Hiçbir şey düşünemiyordu, fakat dudakları durmadan kendi ayakları üzerinde durmasını tembihliyordu. Züleyha, bilmediği bir dünyaya adım attığının farkında değildi. Ayakları üzerinde durmaktan bahsediyordu ama cebinde beş kuruşu yoktu. Yol parasını dahi başkaları karşılamış, eli ele mahkum, biçareydi.
Bir yandan düşünüyordu da, artık toplumun dullara bakış açısı değişmişti, Yeşilçam filmlerindeki gibi bir kabus yaşaması mümkün değildi. Medeniyet hüküm sürmekteydi ve kadınlar köle statüsünden çıkarılmıştı. Yani Züleyha istemediği sürece kimsenin ona askıntı olma ihtimali yoktu.
Züleyha izlediği dizilerin fazlasıyla etkisinde kalmıştı, gerçekler sadece birkaç haftaya Osmanlı tokadı gibi suratına inecekti. En ağır sınavlarından birini daha verecekti, tıpkı geçmişte verdikleri gibi...
Umutla annesinin evine adım attı, annesi gözyaşlarıyla karşılamıştı onu. Züleyha annesinin gözyaşlarını görünce daha da umutlandı ve aldığı kararın arkasında duracak cesareti de buldu. Zira annesi hakkında denilenler kesinlikle doğru olamazdı, yıllar sonra da olsa Züleyha’ya sahip çıkmıştı. Bir yandan annesine olanları anlatırken, öte taraftan da annesi hakkında kendisine verilen bilgileri tartıyordu. Karşısında anlatılanların tam aksi merhametli ve şefkatli bir kadın vardı. Züleyha içten içe kızıyordu kendisine yanlış bilgi veren akrabalarına, belli ki kıskanmışlar diye düşündü.
Zaman ilerliyordu, Züleyha ilk iş hemen adliyenin yolunu tuttu. Dava açabilmesi için o günün parasıyla 250 TL dosya masrafı istenmişti. Züleyha üvey kız kardeşinin gözlerine baktı ve “yok” cevabı ile yıkıldı. Sonra aklına İstanbul’dan çok sevdiği arkadaşı geldi, hemen onu aradı ve borç istedi. Arkadaşının “hemen gönderiyorum, hesap numaranı gönder” sözüyle umutları yeniden yeşerdi. Ertesi gün annesinden yine yol parası talep ettiğinde, annesi homurdanarak “Ne acelen var? Karşı taraf açsın davayı, bütün masrafları da onlar karşılasın” diyerek verdi. Züleyha üvey kardeşinin de gönülsüzlüğünü görüyordu ama vazgeçmek istemiyordu. Sonunda davayı açmış, barodan da ücretsiz avukat talebini iletmişti. Artık süreç başlamıştı. Bu arada Züleyha’ya maddi zorluklar ağır ağır hissettirilmeye başlanıyordu. Züleyha henüz geleli birkaç gün olmasına rağmen dile getirilmeyen fakat tavırlarla ima edilen birçok ağır söz vardı.
Züleyha ikinci iş olarak kızını okula yazdırdı. Yazdırdı, ama ne kıyafet alacak parası vardı ne defter ne de kalem. Züleyha durumunu anlatmış ve çok utanarak yardım talep etmişti, yardım talebi kabul görmüş ve okul müdürü başta olmak üzere herkes seferber olmuştu. Sorulan sorulara utancından cevap vermekte zorlanıyordu Züleyha. Yıllar sonra bu durumu anlatırken, veren el olmanın ne büyük bir nimet olduğunun altını çizecekti.
Züleyha içi kan ağlayarak durumu annesine anlattığında annesinin gözlerinin parlamasına anlam veremedi. “Annesine de para talep etseydin” demesi Züleyha’nın yüreğine ok gibi saplandı ama bir şey de diyemedi.
İçi acıyan Züleyha annesine çalışmak istediğini söyledi ve kendisine bu konuda yardımcı olmasını istedi, annesi nedense önce bu fikre sıcak bakmadı veya bakmıyormuş gibi davrandı.Sonra da kızı Aysun’dan ablası Züleyha’ya iş bulmasını istedi.Kısa bir istişareden sonra evin yakınında bulunan ve aynı zamanda Aysun’un da hukukunun olduğu dönercide garson olarak çalışmasının uygun olduğuna kanaat getirildi. Artık Züleyha günlük 15 TL maaşla garsondu. Canla başla çalışıp, sonunda annesinin eline bakmaktan kurtulmuştu. Fakat Züleyha’nın çalıştığı dönerciye zaman içerisinde dükkan sahibinin arkadaşları gelmeye ve Züleyha’yı bakışları ile rahatsız etmeye başlamışlardı.
Züleyha bu durumu annesine anlatıp başka iş bakmak istediğini söyledi. Birkaç gün sonra annesi Züleyha’ya bir şirkette çaycı arandığını, buraya iş görüşmesine gidebileceğini iletti.
Züleyha hemen ertesi gün iş görüşmesi için annesinin arkadaşı ile buluştu. Görüşme sonrası işe alınmıştı, sigorta işlemleri için evraklarla ilgilenmesi gerekiyordu. Züleyha bu telaşlar içerisinde çabalarken, özellikle annesin kendisine olan tavırlarına karşı üzülüyor, bir yandan da ihtiyaçlarını karşılayamamanın üzüntüsünü yaşıyordu. Evrakları hazırlayabilmesi için Aysun’a muhtaçtır yine. O sırada Aysun, evraklar için gidilmesi gereken yerlere tüm yolu yürütmüş, birkaç saat içerisinde alınabilecek evrakların ertesi güne sarkmasına neden olmuştu. Bu arada evdeki huzursuzluk giderek belirgin hale gelmişti.
Hayat devam ediyordu, Züleyha iş hayatında inişli çıkışlı devam ediyordu. Bir yandan evdeki anlam veremediği huzursuzlukla savaşıyor bir yandan yıpratıcı dava sürecini takip ediyor bir yandan da yeni hayatına alışmaya çalışıyordu. Psikolojik olarak tükenmenin eşiğindeydi ama direniyordu. Çalıştığı şirketten aldığı terfi teklifiyle umutlanıyordu. Annesine terfi ettiğini müjdelediğinde annesinin ilk tepkisi maaşını sormak oldu. Maaşında her hangi bir artış yoktu. Çünkü Züleyha’nın durumunu öğrenen icra kurulu üyeleri Züleyha’yı yetiştirmek üzere sekreterliğe terfi ettirmişlerdi. Öyle ya, çaycı olarak ileriye dönük bir hayat kuramazdı, bunu biliyorlardı ve destek oluyorlardı. Züleyha şirket tarafından her ay verilen gıda ve kuruyemişleri getiriyor, fakat bu yiyecekler Züleyha’ya verilmeden tüketiliyordu. Canı çok çekmesine rağmen yeter ki huzursuzluk etmesinler diye mesele dahi etmiyordu. Annesi Züleyha’ya ev alalım teklifinde bulunmuştu: “Mevcut evi satalım, dubleks alalım, üstte sen çocukların ile oturursun biz de altta otururuz. Boşanma davan sonuçlanınca da babandan kalan emekli maaşını alırsın. Maaşın ve yetim aylığını ev kredisine veririz, bizim emekliyle de geçinir gideriz” derken gözlerinin içi parlıyordu. 40 yıllık eski evden kurtulmayı, yeni bir evde oturmayı çok istiyordu belli ki. Bu durumdan haberdar olan İrsan ( Züleyha’nın annesinin oğulluğu) Züleyha’yı bir kenara çekip: “Sakın böyle bir şey yapma bacım, sen anneni tanımıyorsun. Annen Aysun’a tapınır ve ondan çok korkar, o dubleks evi Aysun’un üzerine yapar, borcunu da sana ödetir. Borcu bitince de seni bir şekilde gönderir. Sakın bu hatayı yapma”diye uyardı. Züleyha bu sözler karşısında dehşete düştü, aynı zamanda dayısının kızı da olan İrsan’ın eşinin gözlerine baktı, oda bu durumu onaylıyor gibiydi.
Züleyha annesi ile ilgili bilgiler edindikçe korkmaya başlıyordu, öyle ya annesini tanımıyordu ki... Biyolojik olarak annesiydi ama hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Annesiyle ilgili önceden verilen bilgilerle örtüşen, hatta daha fazla ekleyen, onun tarafından büyütülen İrsan’ın anlattıkları çok üzücüydü. Bu tabloda anne ağır bir narsistti ve vitrini çok başarılıydı, maskesinin altında gizlediği yüzü bambaşkaydı.
Dava süreci uzamış, uzadıkça annenin huzursuzlukları daha da artmıştı. En ufak şeylerden sorun çıkarıyor, suratı hiç gülmüyor ve eve gelen misafirlere evin çok kalabalık olduğundan yakınıyordu. Kalabalık eden Züleyha ve kızıydı.
Züleyha’nın kıyafetleri olmadığı için surat etmesine rağmen Aysun’un kıyafetleriyle idare ediyordu. İrsan evin gıda ihtiyacını karşılıyordu, bu yüzden Züleyha’nın annesi İrsan’a inanılmaz önem veriyordu. Irsan eve eşi ve çocukları ile sık sık geliyor, babasını yokluyordu. Ara ara onlarla samimi olsa da pek bir arada durmaktan haz etmiyordu. Züleyha bu nedenle bazı akşamlar işten eve geldiğinde kimseye görünmeden odasına gidiyor ve yatıyordu. Ama annesi, Züleyha’nın başına gelip zorla kaldırıyor,“git hemen İrsan ve eşine hoşgeldin de, yoksa İrsan küser darılır” diyordu. Oysa Züleyha’nın umrunda değildi ki... İş ortamı stresli, ev huzursuz, alışma süreci sancılı, maddi durum beklenilenin çok altıdaydı.
Züleyha İstanbul’u terk edeli beş ay olmuştu.anne İrsan’ın sayesinde 15 günlüğüne umreye gitmiş ve dönmüştü. Geldiğinde gayet iyi olan hatta ilk bir hafta iyininüstünde devam eden ilişkileri bir anda bıçak gibi kesilmişti. Annenin içinde gizlenen canavar dışa vurmuş ve artık Züleyha’nın kızına her kızdığında evin içinde çığlık çığlığa “Gidin artık bu evden, istemiyorum sizi!”diyen birine dönüşmüştü. Züleyha mesai sonrası eve gidemiyor, evin tam karşısında bulunan iş merkezinin önünde annesinin yatmasını gözlüyordu. Evin ışıkları sönünceye kadar orada bekliyor, ışıklar sönünce sessizce odasına geçip aç bir halde yatıyordu. Sabah da annesi ayaklanmadan evden çıkıyordu. Annesi Züleyha’yı gördüğünde adeta gözleriyle yiyordu.
Züleyha’ya pazar günleri tam bir işkence olmuştu artık, kaçacak bir yeri yoktu ve annesi bu fırsatı çok iyi değerlendiriyordu. Son pazar günüydü, Züleyha evde kopan çığlığa şahitlik ediyordu. Züleyha’nın 9 yaşındaki kızı üzerinden “defolun gidin” feryatları yükseliyordu. Züleyha her ne kadar “Annem, ne oldu annem, kurban olayım, suçumu günahımı söyle, hatamı söyle, özür dilerim, her ne yaptımsa özür dilerim, ayaklarının altını öpeyim annem, biz ne yapar nereye gideriz?” dese de, “Nereye giderseniz gidin, benden uzağa gidin de nereye giderseniz gidin” diye bağırmasına ve çığlıklarına engel olamıyordu. “Ben senin kızının kahrını çekemem, benim kocamı azarlıyor, ben bir onu buldum,kimseye ezdirmem. Al p..i..i nereye gidiyorsan git” diyerek sözlerine devam ediyordu anne. Bütün bu bağırtılara şahit olan kocası Önder amca göz yaşlarını tutamıyor: “Yapma hatun, şu bize sığınmış garip nereye gitsin, bizden bir şey istemiyor bir tas çorbayla biz de doyuyoruz onlar da doyuyor, etme hatun, ne bu hiddet” diyordu. Anne bu sözler üzerine daha da çileden çıktı ve ses tonunu daha da yükselterek “Bu evden gidecekler, o kadar. Ben istemiyorum, defolsunlar, ben çekemiyorum” dedi. Züleyha dehşet içerisindeydu, ne yapabilirdi ki? Aldığı maaşla bir ev kiralaması mümkün değildi. Züleyha sabaha kadar ağlamıştı, gözleri şiş hali perişan bir şekilde işinin başına geçti. Aklında tek soru vardı: ben ne yapacağım? Bu soru yüreğini iyice darlıyor, göz yaşlarına bir türlü engel olamıyordu. Züleyha’nın bu halini gören patron Züleyha’yı odasına çağırdı ve olanı biteni öğrendi. Dilinden tek dökülen cümle ise “Bu senin öz annen mi?” oldu. Züleyha’ya “bekle” diyip, personellerden sorumlu kadını odasına çağırdı. Züleyha neler olup bittiğini anlamadan personel müdürü hanıma patron talimatlar veriyordu. Züleyha’ya misafirhanelerden biri tahsis edilecek, kapının kilidi değiştirilecek, tüm ihtiyaçları karşılanacak, şirket içerisinde bu durumdan ortaklar haricinde kimse haberdar olmayacak, asla rencide edilecek bir tutum sergilenmeyecek. On dakika önce dünyası başına yıkılmış halde olan Züleyha gitmiş, yerine sevinçten ağlayan Züleyha gelmişti. Misafirhanenin anahtarı kendisine teslim edilen Züleyha’nın ilk işi üç beş tane kıyafetini toplayıp veda bile etmeden evden gitmek olmuştu. Sonunda annesi huzura ermişti. Artık dolabını korkmadan açabildiği bir evi vardı. Gece aç yatmıyor, sabah aç gitmiyordu. Tek hüznü çocuklarıydı. Kızınıda İstanbul’a götürmek zorunda kalmıştı. Kalbi buruktu ama huzurluydu. Ta ki çalan bir akrabanın telefonuna kadar. Telefonda akrabası “Sen patronlarının metresi olmuşsun, anneni terkedip onların tuttuğu evde yaşamaya başlamışsın”. İftira Hz. Meryem’in uğradığı iftira gibi ama Züleyha’yı aklayacak bir İsa yok. Züleyha feryat figan yeminler ediyordu,”ben iffetliyim, namusluyum”, ama nafile... Telefonun ucundaki akraba “ben sana inanıyorum” cümlesinden sonra daha da hadsizleşiyor, kendisini haşa Allah vasfına sokup iğrenç ötesi sorularına ve yorumlarına devam ediyordu.
“İffetli ve (haklarında uydurulan kötülüklerden) habersiz Mü’min kadınlara zina isnat edenler, gerçekten dünya ve ahirette lânetlenmişlerdir. İşlemiş oldukları günahtan dolayı dillerinin, ellerinin ve ayaklarının kendi aleyhlerine şahitlik edecekleri günde onlara çok büyük bir azap vardır.” (Nur suresi 23-24)
Züleyha çocukken uğradığı zulümler karşısında köpeğini kucakladığını ve göz yaşlarıyla “benim başımda annem olsaydı bana böyle şiddet uygulayamazlardı” dediğini hatırlıyordu. Evet, annesi kimsenin yapamadığını yapmış ve Züleyha’nın namusunu pazara çıkarmıştı. Allah düşmana vermesin Züleyha’ya verdiğini. Züleyha tam 7 yıl bu iftiranın doğru olmadığını ispata çalıştı. Her 6 ayda bir, 3 ayda bir evine bir kez dahi gelmemiş akrabasının namus sorgusuna maruz kalmış, her telefon görüşmesi Züleyha’da bir travmaya sebep olmuştu. Evet biri iftira etmişti birileri yaymıştı biri de Züleyha’dan iffet ispatı istemişti. Kimse dillerinin oluşturduğu fırtınadan haberdar değildi, Züleyha’nın iffeti anne sülalesinin 5 çayı mezesiydi. Mezelerini afiyetle yiyip gece kocalarının veya karılarının koynunda huzurla sabahlıyorlardı, evlatları etrafında kocalarının güvencesi altında Züleyha’ya hayat dersi veriyorlardı. Züleyha ise her telefon sonrası sabahlara kadar yorganı ağzına bastırıp böğüre böğüre ağlıyor, 43 kiloya düşen bedeni ile hayatta kalma savaşı veriyordu. Züleyha neden bu hadsizliğe müsaade ediyordu, hoşt deyip telefonu yüzlerine kapatabilirdi, neden yapmadı? Çünkü Züleyha hayatta bir başınaydı. Çaresizdi, iğrenç de olsa bir sese muhtaçtı. Bu ses bir kez olsun “Aç mısın?” dememişti ama “Namuslu musun?” diye defalarca sorabilecek kadar Allah’a karşı cesurlardı. Mesele insan doğmakta değil, insan kalabilmekte. Mesele Hicaz Yahudileri’nden olmakta değil, mesele Meryem’in yanında dimdik duran Zekeriya olabilmekte...