“Bilmek yetmez; uygulamalıyız. İstemek yetmez, yapmalıyız”. Der Goethe
Günde onlarca bilgi öğreniyoruz. Üstelik birçoğu tekrara düştüğü için “ben bunu zaten
Biliyorum" deyip önemsemiyor es geçiyoruz. Öğrenmek, keşfetmek, merak etmek bir yere kadar
muazzamken bu öğrendiğimiz bilgilerin ne kadarını hayatlarımıza işleyebiliyoruz? Basit bir örnek
vermek gerekirse; yere çöp atmanın doğru olmadığını, etrafı kirleten bir davranış olduğunu herhalde
bilmeyenimiz yoktur. Peki bunu uygulayabiliyor muyuz? Öyle birkaç kez değil, yere hiç çöp atmama hassasiyetini karakterimize empoze etmeliyiz.
Bu bizim için küçük fakat doğa ve insanlık için büyük bir adımdır.
Öğrendiklerimizi hayatlarımıza yansıttığımızda kişilik olarak değişimin de fitilini ateşlemiş oluruz.
Kaldı ki sosyal hayatımızda bilmemize rağmen icraata geçirmediğimiz onlarca sorumluluklarımız var.
Eşimize, çocuklarımıza, anne babamıza, yaşadığımız topluma…
Bilmekle hayatımıza yansıtmak arasındaki uçurum giderek büyümekte olup vicdanımızı “ herkes”
yapıyor kelimesinde rahatlatıyoruz.
Yapılan bir hata sonrasında özür dilemenin o insanın gönlünü alacağını biliyoruz fakat uygulayamıyoruz.
Bir demet çiçeğin güzel birkaç cümlenin eşimizi ne kadar mutlu edeceğini biliyoruz ama yapmıyoruz.
Çok kitap okumak, çok eğitimli olmak, çok öğrenmek… Eğer bunlar bizden cehaleti almıyorsa, bizim alışkanlıklarımızı düzeltmeye yetmiyorsa hiçbir şeydir aslında. Yanlış örf ve adetler gereği neyse o düzende devam ettirme çabaları beyhudedir. ”Biz böyle gördük, böyle de gider anlayışı, ben buyum” la biten veya başlayan gerici üslup, bu insanlardan uzaklaşmak için yeterlidir.
Öğrendikleri ile amel eden insanlar muhteşem değişimlere ön ayak olurlar. Tıpkı islam ile
şereflendikten sonra değişen hz Ömer gibi birçok örnek verilebilir. Öğrenmek hayatına renk;
katmaktır, öğrenmek gelişmektir. Doğan Cüceloğlu’nun bir röportajında şöyle söylediğine şahit oldum..
“Akademik olarak birçok şeyi biliyordum, ne sorulsa verecek bir cevabım vardı, fakat kendi aileme
bildiklerimi uygulamıyordum. Evlatlarım ve eşim vardı fakat onların bana olan duygusal ihtiyaçlarını
göremiyordum. Ta ki kendi içime dönene kadar, sonra keşfettim ki ben onları bensizliğe mahkum
etmişim.”
Bildiklerinle önce kendini keşfet. Kendini çek etme kabiliyetine eriş. Karşındakinin ne hissettiğine
önem ver. Bildiklerini aktarman kadar bildiklerinle amel etmen de önemlidir.
Sanırım çağımızın en büyük sorunu bu, hepimiz her şeyi biliyoruz ama uygulamıyoruz…
Peygamberimiz (sav), ilimden fayda göremeyenlerin içine düştüğü acınacak hali şöyle tasvir eder: “Başkalarına hayrı öğretirken kendini unutan âlim, insanları aydınlatırken kendisini yakıp tüketen kandile benzer.”
Oysa ki insan, herkesten evvel kendini düşünmeli ve bilgisi evvela kendine fayda vermelidir. Bunun için de bilginin kalbi âleme intikal etmesi ve davranışlarda tezahür etmesi zaruridir.
Hz. Ali’nin şu ikazı ne kadar ibretlidir:
“Ey ilim sahipleri, ilminizle amel ediniz! Çünkü asıl âlim, bildiğiyle amel eden ve ilmi ameline uygun düşendir. Bazı insanlar gelecek, ilim öğrenecekler ancak ilimleri gırtlaklarından aşağı geçmeyecek, yaptıkları bildiklerine, içleri de dışlarına uymayacaktır. Onlar, halkalar halinde oturup birbirlerine karşı ilimleriyle övünüp üstünlük taslayacaklardır. Hatta biri arkadaşına, kendisini bırakıp başkasının yanına olduğu için kızacaktır. İşte onların bu meclislerindeki amelleri, Allah’a yükselmez.”
İşte bu insanlar, pek çok zahmet ve meşakkatlere katlanarak ilim topladıkları halde, kendileri ondan istifade edememişlerdir. Hakikatte bunlara önder demek de doğru değildir. Onlara, “pek çok şeyi bilen cahiller” demek daha uygundur.
Süfyan bin Uyeyne Hazretleri şöyle buyurmuştur:
“İnsanların en cahili, bildiği şeyi tatbik etmeyendir, insanların en amili, bildiğiyle amel edendir, insanların efdali Allah’a karşı en fazla huşu duyan kimsedir.”
Ammar bin Yasir’in anlattığı şu ibretlik hadise, bilgilerinden ahiret saadeti istikametinde faydalanmayan insanların kötü halini ne güzel ortaya koymaktadır:
“Rasulullah (sav) beni, Kays kabilesinin bir mahallesine göndermişti. Onlara İslam’ın kaidelerini öğretiyordum. Ancak halk vahşi deve sürüsü gibiydi. Hepsi de gözleri havada olan kibirli insanlardı. Bütün dertleri koyun ve deve idi. Peygamber Efendimizin yanına geldim. Bana: 'Ey Ammar ne yaptın?' buyurdu.
Ben de kavmin durumunu kendisine anlattım. İçinde bulundukları gaflet ve aldanışı haber verdim.
Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: “Ammar, sana bu kavimden daha hayret verici olan kimseleri haber vereyim mi? Onlar, bu kavmin bilmediği şeyleri bildikleri halde, aynen bunlar gibi gafilâne bir hayat yaşarlar.”
Şöyle bir düşünecek olursak günümüz insanları bu hadis-i şerifteki tarife ne kadar uymaktadır. Her şeyi bilen, her bilgiye kolayca ulaşabilen ancak aynen o bedevi insanlar gibi dünyalıktan başka bir şeyi görmeyen insanlar…
Şüphesiz, bildikleri halde yapmayan insanlar, daha yanlış yoldadır ve yüklendikleri vebal de daha büyüktür.
“Bilgi körlüğü” öğrendiklerini kişiliğine ve davranışlarına uyguladığını zannetme ilizyonudur. Kişi bildikleriyle kibre kapılır, daha kötüsü bu kibirden ve körlükten haberdar değildir.
Seni eğiten bilgi yağmurun toprağa kavuşması gibidir, önce toprak suyu emer ve tohuma ulaştırır, su ile buluşan tohum filizlenir. İşte bilgiye ulaştığımızda da böyle olmalıdır. Bedenin vitaminlere ihtiyacı olduğu gibi beynimizin de bilgiye, öğrenmeye ihtiyacı vardır. Tıpkı kişiliğimizin de gelişmeye ihtiyacı olduğu gibi...