Kainatın yaratılışından sonuna kadar evren bir enerji döngüsü içerisindedir. Öyle ki evrenin oluşumu bile yüksek bir enerji ile ortaya çıkan büyük patlama (Bing Bang) sonucudur.
Bir zamanlar fizikte ilk öğretilen ilkelerden biri “Maddenin en küçük yapı taşı atomdur ve atom parçalanamaz.” önermesi idi. Fakat bilim sınır tanımıyor, bilimsel çalışmalar hiçbir zaman durmuyor. Gelinen noktada artık atomun parçalandığını biliyoruz. Atomun çekirdeği incelendiğinde ise ulaşılan bilgiler insanoğlunu çok şaşırtmıştır. Çünkü çekirdeğin içinde “kuark” denilen enerjiler var. Bu enerjiler sürekli titreşim halinde ve belirli frekanslarla sinyaller gönderiyor. Dolayısı ile buradan şöyle bir sonuç çıkıyor. Madde olarak gördüğümüz katı cisimler aslında enerjiden oluşuyor.
Çekim yasası evrenin en temel yasalarından birisidir. Evrende makro düzeyde gezegenler, yıldızlar birbirini çeker. Mikro düzeyde ise atomun yapısında atomun çekirdeği elektronlara çok hassas bir çekim gücü uygular. Bu çekim gücü sayesinde atom dağılmadan var olabilir. Evrenin her biriminde çekim gücü vardır. İşte bu alanla ilgilenen Kuantum fizikçileri evrendeki her şeyin enerjiden oluştuğunu kanıtladı.
Ve artık diyoruz ki maddenin en küçük birimi enerjidir.
İnsanoğlu da enerji ve enerji frekansları ile dolu bir varlık. Hepimiz enerjiden oluşuyoruz. Sürekli duyuyoruz bunu, peki nedir bu enerji? Nerdedir? Bizi nasıl etkiler?
Einstein’ın uzay ve zamanın doğrusal değil, görece olmasını saptamasından sonra, yani “izafiyet teorisi”nin ortaya çıkmasından sonra, sonsuz olasılıklar kapısı insanoğluna açıldı.
Bu teorinin en önemli sonuçlarından biri de enerji ile maddenin birbirlerinin yerini tutabileceği sonucudur.
Madde kendini yavaşlatarak kendini gösteren enerjiden başka bir şey değildir. Yani madde olarak gördüğümüz her şey (vücudumuz dâhil) yukarıda da belirttiğim gibi enerjidir.
İnsanın enerji alanı ise evrensel enerjiden farklı değildir çünkü evrensel enerji kanalıyla üretilir. En ilkel bilinçten, en gelişmiş bilince kadar değişiklik gösterebilen bir yapısı vardır.
Bazen öyle insanlarla karşılaşırız ki, hiç elektrik alamadım, yanında çok huzursuz oldum, deriz. Hiçbir ışıkları yoktur. Bir an önce yanlarından uzaklaşmak isteriz. Bazen de öyle insanlarla karşılaşırız ki, etraflarına ışık saçıyorlardır. Bu iki tip insanın yaşam enerjileri bilinç seviyeleri ile doğru orantılıdır.
Etrafa ışık saçan insan tipi, gelişmiş ve tekâmül etmiş bir bilince sahiptir ve etrafına sevgi, mutluluk vermekten, insanlara yardım etmekten başka bir şey yoktur bilincinde. Bu üst seviyede gelişmiş bilinç, çok hızlı titreşimlere ve çok yüksek bir yaşam enerjisine sahiptir.
Evrensel enerji alanımız auramızdır. Yaşam enerjisini ve auranın yoğunluğunu artırmanın en pratik ve herkesçe uygulanabilir yolları vardır. Şimdi bu yolları bir inceleyelim.
Öncelikle yaşayan her varlıkta bu enerji mevcuttur. Gün içinde bu enerjiyi pek çok şekilde kullanırız, tüketiriz. Ama sistem içinde yaptıklarımızla tekrar bu enerji ile dolarız yani bir anlamda kendimizi sürekli şarj ederiz. İhtiyacımız olan bu enerjinin büyük bir kısmını, uyuduğumuz sırada alırız. Bu sebeple iyi, kaliteli bir uyku hayat enerjisi ile dolmamız için önemlidir. Yaşam enerjisinin ana kanallarından birisi de nefestir. Aldığımız doğru nefeslerle her an kendimizi bilinçli bir şekilde enerji ile doldurmamız mümkündür.
Gün içinde yaptığımız eylemlere bağlı olarak da yaşam enerjisi ile dolmamız mümkündür. Çevremizdekilerle güzel sohbetler olumlu paylaşımlar, coşku ve istekle yaptığımız her şey bize yaşam enerjisi olarak geri döner. Dolayısıyla insan çevresine sahip olduğu olumlu düşüncelerle pozitif, olumsuz düşüncelerle de negatif enerji yayar.
Evrensel enerji ve bu sayede oluşan evrensel enerji alanımız bu kadar önemli işte. Eksikliği ruhsal ve fiziksel hastalıkların temelini oluşturabiliyor. Yeterli miktarda aldığımız ve düzenli aralıklarla aktive ettiğimiz takdirde fizik ve ruh sağlığımızı korumamıza ve güzelleştirmemize olanak sağlıyor.
Bol yaşam enerjili, coşkulu ve pozitif enerji yayarak ilerleyeceğiniz bir yaşam diliyorum.