Hz. Mûsâ, Allah’ın izniyle İsrâiloğullarını Mısır’dan çıkardı.
Sina’da, çölde gezdiler dolaştılar kırk yıl kadar. Arkasından Filistin bölgesine, Arzı me’vûd denen bölgeye geldiler de orada yaşamaya başladılar.
Musa ve Harun peygamberden sonra da bu topraklarda yaşamaya devam ettiler.
Burası, Mısır’la Filistin arasında bir yer.
Câlût komutasında bir ordu İsrailoğullarına saldırdı. Onlara karşı koymak, dişe diş mücadele etmek yerine evlerini barklarını terk ettiler. Korktular ölümden.
İsrailoğulları, canlarını korumak için bütün varlarını yoklarını bırakıp sürgün hayatını tercih ettiler. Zorunlu bir sürgün hayatını savaşmayarak kabul ettiler.
Böylece zillet dönemi başladı.
Uzun süren bir zillet döneminde, bazılarının içlerinde uyanış başladı ve kendi hallerini sorguladılar.
Bu sorgulamaları onlar için yeni bir kapı araladı. Yaşadıkları zillet ve uğradıkları alçaklık kendilerine ağır gelmeye başlayınca bu pis hayattan kurtulup hürriyete kavuşmak için Allah yolunda savaşmaya karar verdiler.
İçlerinden sözü geçen, kavmin ileri gelenlerinden bir grup peygamberlerine gittiler. Bu kalburüstü grup Allah'ın elçisine şöyle dediler:
“Ey Allah'ın elçisi! Bize bir hükümdar görevlendir de Allah yolunda savaşalım.” (Bakara, 2/246)
İçlerinde bulundukları hal ile hesapsız kitapsız bir istekti bu. O zaman kendilerine farz olmayan savaş için isteklendiler de isteklendiler.
Peygamberleri onların başına gelecekleri hatırlatmak istercesine; “Ya üzerinize savaş farz kılındığı hâlde, savaşmayacak olursanız?” diyerek bir uyarıda bulundu.
Ama onlar bu uyarıyı anlamadılar. Anlamak için bir çabaları da olmadı. Onlar içinde bulundukları vahim durumun etkisiyle ancak böyle bir çıkış yolu bulduklarını düşünüp aynı fikir üzere durakaldılar. Israrlarından vazgeçmediler.
Bu isteklerinin sebeplerini de açıklamaktan geri durmadılar:
“Yurdumuzdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz hâlde Allah yolunda niye savaşmayalım.” (Bakara, 2/246) dediler kendilerinden emin bir şekilde.
Ya da öyle göründüler. Belki de kendilerine yeni bir sınanma alanını kendi elleriyle belirlediler. Bunu da Allah için savaşmak düşüncesinin yansıması olarak sundular.
Beklenen/istenen oldu.
Allah isteklerine olumlu bir cevap olarak cihadı onlar için farz kıldı.
Artık bundan kaçış yoktu. Allah'ın emrini yerine getirmekten başka bir yol da…
Kendi istekleri neticesinde emredilen savaşın sonunun nereye varacağını beklemekten başka yapılacak iş kalmamıştı.
“Allah için savaşırız.” diyenlerin düşüncelerinde zamanla bir değişim oldu. Savaşmak için bahanelerini değiştirdiler:
“Bizi yurdumuzdan, yuvamızdan çıkardılar, sürdüler. Biz evimizden, çoluk çocuğumuzdan olduk. Onun için seve seve savaşırız biz!”
Halbuki Allah için diye yola çıkmışlar ve savaş için izin ile birlikte bir de komutan istemişlerdi.
Kendilerine savaş izni verildiğinde, çok istekli görünenlerden bazıları yüz çevirdiler. Savaşmaktan vazgeçtiler.
Verdikleri sözü çiğneyip vazgeçenler çoktu…
Savaşmamak için bahaneleri sıraladılar kendilerince: Hazır olmadıklarından tutun da yapacak çok işleri olduğuna varıncaya kadar sıraladılar da sıraladılar.
Samimiyetsizlik diz boyu, almış başını gidiyor…