İnsan gözünü açamaz hale gelir ya işte öyle.
Görmek ister ama göremez.
Ne olup bittiğini anlayamaz. Anlamaya çalışır ama yine anlayamaz…
Çünkü gözlerini açamaz. Açsa, gözlerine zarar verecek belli. İnsan gözünü kırptıkça kırpar, sımsıkı kapar.
Artık dünyası kararmıştır. Aydınlık kaybolmuş zifiri karanlık bir dehlizde kaybolmuştur.
Bir rüzgâr…
Yüklü rüzgarlar.
Görevini yerine getirmek için eser de eser.
Bazen bir bulutu taşır çorak bir toprağa. Can bulur kurumuş topraklar. Bazen sadece eser, estikçe bütün canlılık alametini siler süpürür, alır götürür.
Görevini bilir, görevini yerine getirir. Kendisine yüklenen görevin farkındadır.
Farkında olmayanlara gelince:
Onlar Allah'ın verdiği akıl gibi bir nimeti taşır ama farkına varmaz.
Düşünebilme yeteneğini kullanmaktan uzak durur.
Uçsuz bucaksız uzayın kendiliğinden olamayacağını akıl etmez.
Sanki kendiliğinden olmuş da her istediğini yapabilirmiş gibi bir düşünceyle hareket eder. Zarar üstüne zarara girer de yine zararda devam eder…
Onların zararları sadece kendi dönemlerinde kalmadı. Bugün bize kadar haberi ulaştı da ‘İbret al, sen de zarar etme!’ denmek istendi.
Allah'a isyan edenlerin sonunun ne olduğunu gör.
Allah'a kulluğu aksatanların uğratıldıkları zararlara bir bak.
Kul olduğunu unutup hüküm sahibiymiş gibi davrananların başına gelenleri hatırla.
Hesaba inanmayanların yaptıklarını sakın yapma.
“Bana kimse hesap soramaz!” diyenlerin sonunu oku.
Düşün ve hatırla!
Onlar, Allah'ın gönderdiklerini reddetmişlerdi.
Onlar, Allah’ın elçi olarak gönderdiği Hz. Hûd’u (as) ve getirdiklerini kabul etmediklerini övünerek söylemişlerdi…
Onun getirdiği mesajları yok saymışlardı.
Kendilerinde büyük bir güç olduğu yanılgısının yangınına düşmüşlerdi.
“Biz güçlüyüz, kimse bizimle baş edemez.” demişlerdi.
“Seni de Rabbini de dinlemeyiz, biz kafamıza göre hayatımızı yaşarız.” diye kükremişlerdi…
Dediler de ne oldu?
Olanlar oldu.
Allah'ın onları cezalandırması gelip onları buldu.
Onlar bundan kurtulmayı denemeyi bile düşünemediler.
Allah'ın hükmünün dışında hüküm olmazdı.
Diğer her şey hükümsüz kalırdı.
Öyle de oldu.
Bir rüzgâr esti.
Kuru bir rüzgâr.
Kurutan bir esinti.
Allah bir fırtına gönderdi onların üzerlerine.
Görevliydi, önüne kimse çıkamazdı.
Çıkamadı da.
Esti ve yıkıp geçti.
Taş taş üstünde kalmadı.
Sağlam sanılanların hepsi yerle bir oldu.
Önüne kattığını savurup attı.
Köksüz kütük gibi alıp çaldı.
Yedi gece sekiz gün boyunca görevini yaptı…
Zalim insanlar yerlerinden kıpırdayamadılar.
Başına gelenlerin neden olduğunu anlamaları, uğradıkları bu belayı defedemedi.
Güvendikleri güçleri bir işe yaramadı.
Evleri, arsaları, çoluk çocukları da fayda vermedi.
Azgınlaşmış insanları terbiye etmek için bir rüzgâr yetti.
Hepsi Allah'ın gazabından kaçılamayacağını yaşayarak öğrendi.
“Âd kavminde de ibretler vardır. Hani onların üzerine köklerini kesen rüzgârı göndermiştik. Üzerine uğradığı hiçbir şeyi bırakmıyor, mutlaka onu kül ediyordu.” (Zâriyat, 51/41-42)
***
İbret alınsın diye…