Ateş gibiydi.
Durduğu yerde duramaz, bir bastığı yere bir daha basmazdı.
Kanı durdurmuyor, derlerdi onun için.
Ele avuca sığmadığını yapıp ettiklerinden anlamak mümkündü.
Yapıp ettikleri...
Aklına ne gelmişse onu yapar, kafasına göre takılmayı da pek severdi.
Babası onun için çok çabaladı. Konu komşuya mahcup olmamak adına yapmadığı kalmadı.
Ama arkadaşları onu çoktan yoldan çıkarmıştı. Yoldan çıkan kolay kolay yola giremezdi.
O da girmedi.
Girmeyi istemedi.
Her ne zaman yaptıklarını, yanlışını hatırlatan biri olsa azıcık hak vermeye meyli olsa hemen arkadaşlarının ne diyeceğini düşünerek bildiği gibi devam ederdi.
Parasızlık çekmedi.
Babasının varlığı yerindeydi. Babasının onu harçlıksız bırakmamasına rağmen şımardı. Şımarıklığı ailesini üzmeye devam etti.
Çocuklarıydı, atsan atılmaz satsan satılmazdı. Sabretmek gerekir demişti hocanın biri. Senin sınanman da evlatlarınla demişti. Hz. Nuh’un çocuğu da babasının sözünü dinlemedi. “Peygamber çocuğu” diye de bir vurgu yapmıştı rahatlatmak için.
Peki dedi, eğdi boynunu ve düşündü.
Çok düşündü.
Nerde nasıl bir hata yaptığını enine boyuna düşündü.
Elle tutulur bir şey bulamadı.
Tam olarak ne yapacağını da bilemedi. Sadece yaşadıklarına sabretmekte buldu çareyi.
Sabretti.
Dili duada, gönlü duada bekledi.
Gençlik çağı bir başka olurdu. Her şeyi yapmaya gücü yeterken yapmak veya yapmamak çok önemliydi. O yüzden övülmüştü zaten.
Gençlik önemliydi. Herkes önemsiyordu.
Şöyle sakin, ahlaklı, saygılı, namazında niyazında bir genç olsaydı.
Babasına diklenmeyen, annesine saygıda kusur etmeyen, herkesin sevdiği bir genç.
Konuşurken nezaketinden taviz vermeyen, başkalarına olan saygıyı kendine saygı olarak gören bir genç.
Okuyan, öğrenen ve bilgi için yanıp tutuşan bir genç.
Sanal dünyadan kendini uzak tutan, hayatın gerçekleri içinde kendine yer bulan bir genç.
Akrabalarını ziyaret eden bir genç.
Arkadaşlarının etkisinde değil de arkadaşlarını etkileyen bir genç.
Öyle kolay bulunmazdı.
İşte gönülden geçenler bunlardı. Gönül işte her şeyi ister. Her haliyle olgun bir genç olsun isterdi.
İstedi.
İstediği gibi birini bulamadı.
Bir gün, “Oğlum!” dedi. Bunu söylerken sesi titredi. Bu onun umudunu kaybettiği anlamına gelebilirdi.
“Gençlik önemli biliyorsun.”
“He biliyorum, ne olacak. Önemli olduğu için gençliğimi değerlendiriyorum.”
“Nasıl bir değerlendirme bu? Okuma yok, öğrenme yok, anlayış yok, saygı yok, ibadet yok…”
“Tamam baba sen de hepsi var işte. Bende de olmayıversin.”
Azarlar gibi verilen cevaplar hoş görülemezdi. Babası bu cümleleri yeni duyuyor değildi.
Her duyduğunda biraz daha üzülüyor, biraz daha kahroluyordu.
“Tamam, Allah beni seninle sınıyor. Seni de gençliğinle sınıyor. İstersen bu sınanmanı olumlu bir hale dönüştürebilirsin.”
Bunları söylerken boşa kürek çektiğini düşündü. Sürekli konuşulan şeylerdi. Bir yenisini yapmakla kaybedeceği bir şey yoktu.
Babasının gözlerinin içine baktı. Ürkütücü bir bakıştı bu.
Bakışları bile meymenetsiz demeye dili varmadı babasının.
Sevgiyle baktı.
Yalvaran bakışlardı bunlar.
Herkesin nefret ettiği, yolunu değiştirdiği, konuşmaktan imtina ettiği biri olsun istemiyordu. Her yönüyle iyi bir insan olsun istiyordu.
Bakışları karşılık buldu. Sert bakışlar yerini sıcaklığa bıraktı. Bunu fırsata çeviren babası:
“Gençliğinin kıymetini bilenler ne yapar, bilir misin?” diye sordu.
Artık cevap vermedi. Suskun hali ile cevap beklediği belliydi.
“Bak oğlum, gençlik önemli. Kur’an’da gençlerden bahseder.”
Bu defa, ‘yine mi ya, of’ demedi.
Bu güzel bir gelişmeydi.
“Genç Yusuf, zindanda kaldı. Zindanda sabretti. İyilik bulanlardan oldu. Allah'a olan iman ve bağlılığı ile aşılmaz görünen badireleri kolayca atlatıverdi.”
Adının Yusuf olduğunu hatırladı. Ne güzel bir ismi vardı. Güzel Yusuf babasını dinlemez gibi yapıp dinlemeye devam etti.
Babası konuşmasına uzun zaman sonra patırtısız bir şekilde devam etti.
“Gençler öldürülmekten korktukları için mağaraya sığındılar. "Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver ve bizim için şu işimizden bir kurtuluş yolu hazırla." diye dua ettiler. Allah onlara yardım etti ve onlar Kur'an Kerim’de yer alacak bir değere kavuştular.
Gençlik zamanı Allah'a yakın olmak, onunla bağını kurmak ve korumak gerekir. Eğer böyle olursa Allah da onun değerini artırır.
Ne mutlu o genç insanlara.
Kendisine yöneltilecek olan “Gençliğini nerde harcadın?” sorusunun cevabını yaşayarak verebilesin.
Çünkü gençlik bir andır. Sonrası ihtiyarlığa gider. İhtiyarlıkta yapmayacağın her şeyi genç iken yapma gücün var. Bu gücünü olumlu kullanmalısın.”
İlk defa cevap verdi, hem de olumlu bir cevap:
“Nasıl yani?”
“Kıyamet anı, her yer hercümerç, herkes kendi derdine düşmüş, bütün sıkıntıların had safhada olduğu bir zaman. Hesabın kolay olması ne kadar güzel olur değil mi? İşte o sıkıntılı dönemde; Kutlu Nebi (sav), Allah’a kulluk içinde serpilip büyüyen genci ve kalbi mescitlere bağlı olan kimseyi övmüş ve onları, Allah’ın kendi (arşının) gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde gölgelendirilecek yedi grup arasında saymıştır.
Yani gençliğini mescitlere bağlı olarak geçirenler için özel bir yaklaşım. Gençlik sınanmasını başarıyla tamamlayabilmek için takip edilecek yol. Hadi gel, namazla başla!”
Başka bir zamanda olsa bu sözü söyledikten sonra o kadar çok tartışma olurdu ki konuştuğuna konuşacağına pişman olurdu.
Bunların hiç birisi olmadı.
Her zaman oğlu için dua ettiğini hatırladı.
Allah dualarımı kabul etti diye bir kez daha şükretti.