Rahmet peygamberi henüz doğmamış.
Gelecek nur özlemle bekleniyor.
Bir şeyler oldu. Ortalık karıştı, karıştırıldı. Hükümranlık sevdası bütün kutsalları yok saydı. Ve ‘ben de varım’ diyerek güneyden kuzeye haber uçurdu.
Bir kilise yaptırdı. Kocaman, var olanların en büyüğü, en gösterişli ve en şaşaalısı…
Kıskançlık ateşi ile kıvranırken niyeti Kâbe’ye rakip olmaktı.
İbrahim Peygamberin oğlu İsmail ile Mekke’de inşa ettiği Kâbe’ye rakip olmak gibi bir gafletin içindeydi.
Büyük bir had bilmezlik ile rakip olabileceğini sandı.
Bu bir sanıydı.
Ama insandı işte, bazen sanal ile gerçekliği karıştırabilirdi. Karıştırdı.
Sadece bunları değil ortamı da karıştırdı.
Herkesin bu yeni yapıyı ziyaret etmesini bekledi. Gelen olmadı. İlgi görmedi. İnsanların bu ilgisizliğine çok kızdı. Kâbe’nin etrafına topladığı insanları yaptığı kiliseye çekemediğine öfkelendi.
Doğudan batıya yine haberler uçurdu. Herkes oraya gelmeli, onu ziyaret etmeli ve gelenlerden elde edilecek gelirle refah düzeyi yükselmeliydi.
Olmadı.
Olmayınca daha çok hırslandı.
Hırsından kudurmak üzereyken Kâbe’yi yıkma fikri bütün hücrelerine kadar yayıldı.
Çözümü bulmuştu. Kâbe ortadan kalkınca onu ziyaret eden hacılar yol değiştirecek ve Sana’daki bu büyük yapıyı ziyaret edecekti.
Beklentisi büyüdükçe büyüdü.
Mekkeliler de hacılar sebebiyle elde ettikleri gelirlerden mahrum kalacak ve Sana’ya gitmek zorunda kalacaklardı.
İyi bir plan diye sevindi durdu.
Planın detaylarıyla düşündü, büyük bir ordu olmalıydı, kimsenin baş edemeyeceği kadar çok.
Filler ile desteklenmeli ki güçlü bir saldırı yapabilsin. Fillerle donatılmış bir orduyla baş etmek kolay olmayacaktı.
Kâbe kulluğun nişanesiydi.
Kâbe Allah'ın yeryüzündeki ayetiydi.
Kâbe yıkılırsa kulluğun sembolü de yok edilmiş olacaktı.
Bu düşünceyle fokurdayan azgın insan Ebrehe’den başkası değildi. Şımarık bir insan böbürlenerek her istediğini yapabileceğini düşündü.
Tağut olarak bütün gücüyle saldıracak ve kendinden korkulması gerektiğini gösterecekti.
Başarırsa herkese hükümran olacak, istediğini alıp verebilecekti. Belki de bölgenin tamamını ele geçirip büyük olduğunu gösterecekti…
Aslında Ebrehe’nin niyeti bu değildi. Hedefi yönelişlerinin odak noktası olan kıbleyi değiştirmekti. Kıble olarak kendi yaptırdığı yeri belirlemek ve insanların oraya yönelişini sağlamaktı.
Böylece ekonomik ve siyasal gücü eline geçirecekti.
Ebrehe’nin kıblesi paraydı, dünyaydı, dünyalık elde etmek ve karnını şişirmekti.
Bunun için de insanlar artık ziyaret için Mekke’ye, Kâbe’ye gitmeyecekler ve Yemen’in Sana şehrine gelecekler, insanların kıbleleri değişecek, kervanların yolu Sana’dan geçecek ve tüm kabileler paralarını buraya akıtarak Ebrehe’nin cebini dolduracaktı.
Ebrehe’nin ordusu yola çıktı. Yolda büyüdükçe büyüdü. Kendisine karşı duranları yenip ordusuna kattı. Sonunda Mekke’ye yakın bir bölgeye ulaştı.
Öncü kuvvetler Mekke yakınlarına kadar gitti. Mekkelilere ait 200 kadar deveyi gasp edip Ebrehe’ye getirdiler.
Ebrehe’nin korkunç gücünü duymayan kalmadı.
İnsanlar, artık onun gücünün herkese boyun eğdirecek boyutta olduğunu fark ettiler.
Kendisine karşı konulmaması durumunda Mekkelilere zarar vermeyeceği fermanını da verdi.
Biri geldi Mekke’den.
İmdat dilemeye geldiği sanıldı. Af dileyecek kendilerini Mekke’ye götürecek beklentisi ile ilgi gösterildi.
Gelen alemlere rahmet Hz. Muhammed’in dedesi Abdulmuttalib’ten başkası değildi:
“Bizim böyle bir ordunun karşısında durabilecek gücümüz yoktur. Yıkmayı hedeflediğin bu eve gelince o Allah’ın beytidir, Onun sahibi Allah’tır; dilerse onu korumasını bilir.” dedi ve sonra Mekke’nin reisi olarak develeri geri istedi.