“İnandık” dediler ve karşılarında Firavun devletinin gücünü buldular.
İnandık diyenlerin olması ve çoğalması Firavun’u rahatsız etti.
Firavun tehditlerine devam etti. Onları sindirmeye, korkutmaya, aç ve sefillik içinde eski tanrılarına ve kendine dönmelerini bekledi.
Zaten halkın üzerinde yoğun baskısı vardı. İstibdat ve zulümle onların kölelik içinde hayat sürmelerine sebep olmuştu. Bu durum ise uşaklık yapmalarını ve hayata bakışlarında ikilem içinde olmalarını kolaylaştırıyordu. Bütün olumsuzluklar, hemen üzerlerine çöküverecek bir dağ gibi duruyordu. Geri dönüş yaparak Firavun’un emrine girmeleri çok uzak değildi.
Bu yola Musa Peygamber’in çağrısıyla çıkmışlardı. Artık kölelikten kurtulmak için önlerinde bir fırsat vardı. Bu yol onları özgür kılacaktı.
Bir denizdi önlerinde uzanan. Gözleri korktu. Geri dönme isteği olanlar, konuşmaya ve düşüncelerini korkuyla karışık bir karmaşa içinde seslendirmeye başladı. Niyetleri bozuktu.
Firavun ve ordusu, güneşle birlikte takibe başladı. İsrailoğulları’nın arkalarından Firavun ordusu geliyordu bütün donanımıyla. İki grup birbirini gördüklerinde Musa’nın yanındakiler “Gerçekten yakalandık” dediler.
Önlerinde deniz vardı, arkalarından kovalayan düşmana yardım etmek istercesine geçit vermiyordu.
Bu da nerden çıktı, dercesine Musa Peygamber’i sorguladılar.
Musa Peygamber:
“Hayır” dedi. “Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir. Allah’a güvenin.” dedi. (Şu’arâ, 26/62)
Kalplerinde karalar bulunanlar, düşüncelerinde zifiri karanlıkta boğulanlar, Musa’nın dediklerinden rahatsız oldular. Önde deniz, arkada Firavun’un kalabalık ordusu, ölümdür bizi bekleyen, diye karamsarlık deryasında kayboldular…
Diz boyu olan çaresizlikleri, onları boğmaya, düşüncelerini sıkmaya başladığında bir yol aradılar…
Düşünceleri ve imanları hastalıklı olanlar, sonlarının geldiğini düşündü. Diğerleri Musa Peygamber’e ve Rabbine güvenmeye devam ettiler.
Beklenen, imkânsızlığın yok olmasıydı.
Bir mucizeydi istenen.
Oldu.
Musa Peygamber, kendine bildirildiği şekliyle elindeki asayı denize vurdu.
Olanlar karşısında bütün gözler afalladı.
Şaşkınlıklarından küçük dillerini yutacaklardı.
Müthiş bir şeydi:
Deniz yarıldı, ayrıldı ikiye.
Sanki hiç deniz olmamışçasına kupkuru bir yol uzandı önlerinde. İmanları bu anda öyle güçlendi ki, ayakları yere basmıyor, mutluluktan fezalarda geziniyorlardı.
Ve vakit kurtuluş için tamamdı.
Bütün kavim karşıya geçti.
Bu geçiş, zulmetten, baskıdan kurtuluş, huzura koşuştu.
Arkalarından Firavun ve ordusu daldı, denizden arda kalan yola. Hevesleri kabardı. Bir boşluk anıydı, bir koşum sonra hepsini yakalayacaklar köle edip günlerini gün edecekler, onların sırtından geçinip gideceklerdi.
Yakalamak için hışımla yürüdüler suyu çekilen denizin sunduğu kupkuru olmuş yolda.
İsrailoğulları ve kervanları sağ salim karşıya geçinceye, Firavun'la orduları denizin ortasına ulaşıncaya kadar deniz yoldu…
İnanmışlıktı yaşanan.
İman, insanı yüceltip dünyalıklardan uzakta bembeyaz düşüncelerle yoğurup aydınlıklara kapı araladı.
Gözleri parladı.
Sadırları genişledi.
Kalpleri nurlandı.
İmanları kabardı.
İnkârda ve redde ısrarcı olanlar, karanlık dehlizlerde kayboldu gitti.
Denizin boğuculuğunu yaşadı.
Son an pişmanlığı fayda vermedi.
Boğuldular.
Dünyalıkların hiçbiri yoktu. Yalnız döndüler dünyadan…
Musa Peygamber’e inananlar, Allah'ın bu yardım ve mucizesi ile yollarına devam ettiler. Bu inanılmaz fırsatı kendilerine bahşeden Allah'a itaat etmeleri ne kadar sürecekti bunu zaman gösterecekti.