Nefis azgındır, azdırır.
İnsanı alıp götürür.
Götürür de bir daha getirmez geriye.
Nefis ve istekleri putlaşırsa/putlaştırılırsa artık iflah olunmaz bir yola girilir.
Böylece her şey putlaşır: Dünyalıklar putlaşır, eşyalar putlaşır, düşünceler putlaşır…
Keldânî kabilesi putları ilah kabul edip tapınıyorlardı.
Onlar için artık bütün hevesler, istekler ve davranışlar putlaşmış/putlaştırılmıştı. Sadece dünya vardı onlar için, sadece dünya. Varsa yoksa dünya ve dünyalıklar.
Gününü gün etmek ve günü zevk alarak yaşamaktan başka bir şey düşünmüyorlardı. Böyle inandırılmışlardı…
Bir bayram günü. Bayram ilan edilen bir gün.
Başta babası Âzer olmak üzere İbrahim’i bayrama katılması için davet ettiler:
“Sen de bugün bayram yapmak için bizimle gel!”
Bu bir çağrıydı. Putperestlerin bayram çağrısı.
Nefislerine göre düzenledikleri eğlence ve etkinliklere onun da katılması içindi.
Hz. İbrahim’in yaşadığı dönemde gökcisimlerine bakarak kahinlik yapmak yaygındı. İçinde yaşadığı kavmi de yıldızlara bakıp kahinlik yapmaktan geri kalmazdı. Bu yol ile hoşlarına giden/nefsani şeyleri söyler ve yapılması için mecbur bırakırlardı.
İşte onların bu tavırlarına nazire yaparcasına seslendi:
“Bunun üzerine İbrahim yıldızlara şöyle bir baktı ve “Ben hastayım” dedi.” (Saffat, 37/89-90)
Putların hiçbir şeye yaramadıklarını onlara göstermek istedi.
Kafasındaki fikirlerle bir plan yaptı. Bu planın ilk adımını attı: Kavminin yöntemini kullanarak başını kaldırdı yıldızlara baktı ve kendini iyi hissetmediğini söyledi. Onların yıldızlara bakarak hüküm çıkarmasının gerçekçi olmadığını anlatmak içindi bu yatığı.
İbrahim, kavmine yaratıcı hakkında sorular sormuş, neden ibadet etmediklerini anlamaları için konuşmuştu. Bu konuşmalar esnasında, her zaman olduğu gibi putların hiçbir şeye güç yetiremeyen durumundan bahisle tapılmayı hak etmediklerini ifade etmiş ve onları kötülemişti.
İbrahim’deki bu hali görenler ondan uzaklaştı gitti. Zaten onun konuşmalarından haz etmiyorlar, onun çağrılarından sıkılıyorlardı.
Gerçeği görmek istemedikleri için ondan uzak durmayı tercih ettiler.
Onun söylediklerinin kendilerine etki etmesinden çekindiler.
Birçok gerekçe ile kendi inançlarını koruma yolunu seçtiler.
Onlar puta tapmaya, putların gücüne inanmaya devam ettiler.
Ama onların anlayacağı dilden bir şeyi yapmak gerekirdi.
Onlara gösterecekti bunu. Apaçık bir şekilde bunu ispat edecekti. Belki o zaman anlayacaklar umuduyla yürüdü.
Bu bir fırsattı. Kendinden başka herkes bayram kutlamalarına katılmıştı.
Yalnızlık bir fırsattı.
Bu fırsatı değerlendirdi.
Planının bir adımını daha attı ve putlarla dolu olan ibadethaneye girdi.
Çeşit çeşit putlar vardı.
Değerli madenlerden ve değersiz şeylerden yapılmış putlar…
Değerli madenler put şeklinde değersizleştirilmişti.
Önlerine de bereketlenmesi için yemekler konmuştu.
Halkın putlardan medet uman tavırları her yere yansımıştı…
Putların önlerindeki yemekleri görünce “yemiyor musunuz?” diye sordu. Konuşmalarına bir cevap alamadı.
“Ne diye konuşmuyorsunuz?” (Saffat, 37/92)
Bütün soruları cevapsız kaldı.
İlah olarak düşünülen bu putların üzerine yürüdü. Her birine darbeler indirdi. Güçlü darbeler ile hepsini kırıp geçirdi.
En büyük puta dokunmadı. Onu bıraktı. Putları kırıp geçirdiği baltayı da onun boynuna astı.
Yaptığı büyük bir tehlikeydi. İşin ucunda ölüm vardı. Ama ölüm bile olsa gerçeği onların anlayacağı dilden göstermek istedi. Bunu yapma sorumluluğunu üstlenmişti…
Putların kendilerini bile koruyacak güçlerinin olmadığını vurucu bir şekilde kafalarına dank etmesini istedi. Yapıp ettikleri de bundan ibaretti. Çünkü bütün konuşmaları ve yaptıklarını dinlemiyorlar ve anlamıyorlardı. Belki uygulamalı bir şekilde gösterirse anlarlar diye bunu yaptı…
Bayram yerinden dönen halk/kabile olanları gördüler.
Dünya başlarına yıkılmış gibi öfkelendiler.
İnandıkları ilahlara neler olmuştu böyle?
Bunu kim yapardı?
Bu büyük bir günahtı, bu günahı işleyen derhal bulunmalıydı…
Puta tapan müşrikler karşılaştıkları manzara karşısında şöyle dediler:
“Kim yaptı bunu ilâhlarımıza?” diye bağırdılar, “Bunu yapan gerçekten çok zalim biriymiş!” (Enbiya, 21/59)
Kendi aralarında konuştular:
“Bunu yapsa yapsa İbrahim yapar. Daha önce de putlarımız aleyhinde konuşuyordu. Bunu ondan başkası yapmış olamaz. Onun putların gereksizliğini dile getirip putlarımıza hakaret etmişliğine şahidiz…”
Bu konuşmalardan sonra İbrahim’in yakalanmasına karar verdiler.
İbrahim yakalanıp getirildi.
Herkesin gözünden öfke fışkırdı. Ne yaptığını bilmez bir şekilde kızgınlıklarını ifade etmekten geri durmadılar.
“Sen mi yaptın bunu ilâhlarımıza ey İbrahim” dediler. (Enbiya, 21/62)
İbrahim bu soruyu bekliyordu.
Zaten bu sorunun dışında bir şey sormaları da mümkün değildi.
Sorunun cevabını çoktan hazırlamıştı.
Zaten sorulacak bu sorunun cevabını herkese duyurmak için bunu yapmıştı.
İşte fırsat önündeydi.
Beklediği andı.
O an, birçok gönle yol bulacak sözlere hasretti.
Hasret sona ersin diye cevabını beklemeden/bekletmeden verdi:
“Hayır! Bunu şu büyükleri yapmıştır. Konuşabiliyorlarsa, onlara sorun bakalım!” (Enbiya, 21/63)
Cevap orada bulunan herkesi şaşırttı.
Sarstı.
Zihinlerini allak bullak etti.
Düşünmelerine kapı araladı.
Ama düşünmediler.
Aralarında düşünenler doğrunun bu olduğunu anladılar.
Kimisi puta tapmanın ne kadar anlamsız olduğunu anladı. Kimisi de putları korumasız bıraktıkları için kendilerini suçladı.
Ama çok geçmeden asıllarına dönüp inatlarına devam ettiler.
Sınanmak için geldikleri dünyada sınanma gerçeğini yok saydılar.
Kendi yanlışlarını genç birisinin doğrularına tercih ettiler.
Doğru, onların yaşayagelen yanlış inançlarının sona ermesi demekti. Bu sebeple dünyalıkları azalabilir, etkinlikleri yok olabilir, üstünlük olarak düşündükleri konumları sıradanlaşabilirdi.
Putlar üzerinden sürdürdükleri etkinliklerini her şeyi yoktan var eden Allah'a bırakmak istemezlerdi.
Bu onlar için dünyalıklarına veda etmek, nefislerinin isteklerini yok saymak için ölüm fermanı gibi bir şeydi.
İbrahim’in söylediği Allah'a inanmaları, kurulu düzenlerini yok etmek anlamına gelirdi. Günlük işler arasında yer alan haksızlık, hırsızlık, sömürü ve kötülükleri terk etmelerine sebep olurdu. Bu da maddiyatı yok saymak anlamına gelirdi ki bu onların ve düzenlerinin sonu demekti…
Akıllarını kullanmak yerine alışılmışın gereği bir çıkış yaptılar:
“Sonra eski inanç ve inatlarına döndüler ve “Andolsun, bunların konuşmayacağını sen de bilirsin” dediler.” (Enbiya, 21/65)
Bizim kafamızı karıştırma. Sen de bilirsin ki, putlar konuşamaz!
Onların konuşacağını kimse söylemiyor zaten. Onlar nasıl konuşsun ki?
Tam da İbrahim’in istediği noktaya gelmişlerdi.
Saçma düşüncelerini doğru olana tercih etmişler şirklerinde inat etmeye devam etmişlerdi.
İşte tam da bu anda, yapılan planın son adımında İbrahim Peygamber taşı gediğine koyuverdi:
“Öyle ise siz, (hâlâ) Allah’ı bırakıp da size hiçbir fayda, hiçbir zarar veremeyecek şeylere mi tapacaksınız?” (Enbiya, 21/66)
Artık sözün bittiği yerdi.
Kendilerini bile korumaktan aciz putların ilah olarak kabul edilmesi düşüncesinin iflas ettiği andı.
Faydası ya da zararı olmayan insanın kendi elleriyle yonttuğu şeylerden ilah olmazdı.
Olması gereken, beklenen son buydu.
Ama beklendiği gibi olmadı.
Kendilerini sorgulamak yerine eski düzenlerinin devam etmesi için İbrahim’in cezalandırılması fikrine yakalanıverdiler.
İbrahim Peygamber olanları anlamada zorlanmadı. İnatlarına devam ettiklerini gördü. Aklı başında adamlarsınız, utanın içinde bulunduğunuz halden ve düşüncelerinizden. Gerçeği kabul etmekten uzak duran tavrınızdan demek istercesine bir uyarıda bulundu:
“Yazıklar olsun, size de Allah’ı bırakıp tapmakta olduklarınıza da! Hâlâ aklınızı başınıza almayacak mısınız?” (Enbiya, 21/67)
Son bir kez sesleniş gibi düşündü.
Ümit etti.
Bekledi.
Beklediği yine olmadı.
Elebaşlarının kışkırtması üzerine halk galeyana geldi. Tanrılarına yapılanları karşılıksız bırakmak istemediklerini haykırdılar.
İbrahim cezasız kalamazdı. Bu tanrılarına vefasızlık olurdu. Hiçbir şeye gücü yetmeyen tanrılarına…
“Bizi ve tanrılarımızı ezdi. Yok saydı ve alay etti. Baksanıza putlarımızın birbirini kırdığını bile söyledi. Bu bizimle alay etmekten başka nedir?
Bunu karşılıksız bırakamayız. Hemen cezasını verelim. Verelim ki bizim inanışımızı ve tanrılarımızı kimse yok sayamasın. Yoksa geleceğimiz karanlık…”
Karanlık içinde karanlık düşünceleriyle gerçeği düşünmekten uzakta İbrahim’e uygulanacak ceza şeklini belirlediler.
Ceza ile kendi geleceklerini ateşe attılar.
Ateşler içinde kalacakları bir dünya için yarıştılar da yarıştılar.
Ancak onu ateşe atarsak ilahlarımıza yapılanın cezasını tam olarak vermiş oluruz, dediler…
Kavmin sözü geçenlerinin seslendirdiği bu fikir, çığırtkanlar vasıtasıyla yayıldı.
Artık tanrılarına yapılanlar cezasız kalmayacaktı. Onu ateşe atıp yakacaklar ve onu yanarken seyredecekler. Böylece kendi düzenlerinin bozulmasının önüne geçeceklerdi. Kendi istediklerini putlar üzerinden gerçekleştirip sıradan insanlara egemen olmaya devam edeceklerdi…
Ama Allah'ın da bir hesabı vardı.
Onların planlarının üzerinde bir plan vardı.
Bakalım o plan nasıl gerçekleşecekti.