8 katlı bir apartmanın yıkılmış enkazının önünde oturan kadın çok derin düşüncelere dalmıştı. Gelip geçenin ve görevlilerin dikkatini çekmesine rağmen ona bir şey sormadan çekip gidiyorlar giderken de arkalarına dönüp defalarca bakıyorlardı.
Bunu yaparken sessizliğin dibine gömülüş kadından bir işaret bekledikleri gözden kaçmıyordu.
“Benim yardıma ihtiyacım var” demesi yeterli olacaktı. Ne var ne yok hepsini emrine amade etmek için yağdıracaklardı.
Sonra bir araba durdu enkazın önüne. 42 plakalı bir araba. Arabadan biri orta yaşlı iki kişi indi. Etrafı kolaçan ettiler. İlk önce enkaza odaklandılar sonra enkaz üzerindeki onlarca kişiden oluşan kurtarma ekibine.
Ekip dünyadan uzakta bir yerdeymiş gibi işlerine yoğunlaşmış gözleri başka bir şey görmüyordu. Belki de biraz önce enkazın yanı başında oturan kadının işaretiyle bir canlıya ulaşmaya çalışıyorlardı.
Orta yaşlı olan sakallı adamın üzerinde bir kuruluşun yeleği vardı. Yardım için gelmişlerdi Konya’dan.
Doğruca kadının yanına gitti. Selam verdi. Kadın selamını aldı. Başı önde gözleri yerdeydi. Çok derin düşüncelere dalmıştı. Öylece kalmaya devam etti.
“Kardeşim bir ihtiyacın var mı?” sorusuna cevap gelmedi.
Adam koşarak arabaya gitti. Üşüdüğünü düşündüğü için battaniye getirip üzerine örtmeyi denedi. Diğer elindeki uzunca bir pardösüyü önüne koydu.
“Çadırın var mı kardeşim, çadır getirelim mi?”
O ana kadar sessizliğini koruyan kadın başını kaldırdı. Gözleri içine çökmüş gözlerinde yaş kalmamıştı. Ağlıyordu ama gözünde sadece kızarıklık vardı. Birkaç günde onlarca yılın bıkkınlığı yansıdı, hatta yaşlanmışlığı…
“Bunlara benim ihtiyacım yok.” dedi. Yutkundu. Az duyulan bir sesle konuşmasına devam etti:
“İhtiyacım olan şeylerin hepsini çadıra getirdiler. Sen bunları ihtiyacı olanlara ver.”
“Ama kardeşim üşüyorsun, battaniyeyi üzerine almazsan hasta olacaksın.”
“Dedim ya benim ihtiyacım yok bunlara. Fazladan alarak başkalarının hakkına girmemi mi istiyorsun?”
Adam şaşırdı kaldı. Zor durumdayken bile haksızlık yapmaktan korkan bu insana ne denebilirdi ki? Gözleri doldu. Duygu seli yaşadı. Kendi muhtaçken başka ihtiyaç sahiplerini düşünecek kadar asil duruşlu bir insan. ‘Rabbim onlar gibi olmayı bana da nasip et’ diye iç geçirdi.
Beklemediği bu durumdu. Nasıl olsa zor durumdayım diyerek Anadolu’nun bağrından kopup gelen yardımların çarçur edilmesine gönlü razı olmadı.
Yardım tekliflerini reddedince yanına kadar tekrar gitti.
“Burada neden bekliyorsun?”
“İçerdeler.” dedi.
“Kimler?”
“Benden başka herkes.”
Sözlerin bittiği yerdeydi. Bunun üzerine konuşulacak bir tek kelam olamazdı.
“Rabbim onların da salimen çıkmalarını nasip etsin.” diye dua etti.
“Âmin!” dedi sadece.
İçten bir ‘amin’di. İnanmışlığın dışa yansıyan işaretiydi.
Adam, “Nerede olabilirler?” dedi.
Kadın anlatmaktan bıkmış olmalıydı. Ama bir kez daha anlattı. Kendi çıktığı yerin hemen yakınlarında bir yerde ailesinin yaşadığına inandığını dile getirdi.
Adam koştu. Enkazın üzerinde çalışma yapan yardım ekibinin başındaki kişiyle konuştu.
“Biz dinledik o ablayı. Onun için burada yoğunlaştık.” dedi.
İçin için sevinen adam dilinde dua ile koşarcasına kadının yanına geldi.
“İnşallah çıkaracaklar.” dedi.
Bu defa da sadece ‘inşallah’ diye cevap verdi.
Sonra da “Gereğini yerine getirelim sonuç Allah’a ait.” dedi.
Bir inanmışlık yansımasıydı dilinden dökülenler.
“Bir ihtiyacın olursa biz tam şu köşedeki çadırlardayız. Haber etmen yeterli.”
Kadın:
“Mal da yalan mülk de…”
Konya’dan gelen adam kulaklarında bu cümle ile yardım dağıtmaya devam etti.