“Yıl 2033 olmuştu. İnsanoğlu savaşmaktan yorgun düşmüş olsa da, başka çaresi yokmuş gibiydi. Aşıyla insan bedenlerine enjekte edilen uyuyan hücreler, lazer ışınlı güneş enerjisi uydularının aracılıklarıyla gönderilen ışınların ya da sadece o bölgeye özel üretilen paketli yiyeceklerin içine eklenen kimyasalların etkisiyle harekete geçmekteydi. Önce tansiyonu yükselten hücreler, vücutta kalp atışını hızlandırılıyordu. Dakikalar içinde soğuk soğuk terleyen bedenler, sıtma hastalığına tutulmuş Kırım İti gibi titremeye başlıyordu. Bu titreme bir saatin içinde halsizleşen vücutta yüksek ateşe dönüşüyordu. Hasta yüksek kalp atışı, ateş, soğuk soğuk terleme ve titreme ile bilincini kaybedip bitkisel hayata geçiyordu. Fazla değil malum hücrelerin enjekte edildiği kişiler 24 saat sonrada ölüyordu.”
(Son Savaş)
Bu kez, yakında çıkacak olan son askeri kurgu romanımdan alıntı yaparak başlamak istedim. Gençken bizden yaşlı büyüklerimiz; “Nerede o eski günler?” dediğinde gülerdik. Sanırım sıra yavaş yavaş bize geldi. Hakikaten insan yaş aldıkça geçmişi arar hale geliyormuş. Eskiye dair bayramlar, balolar, açık hava sinemaları, muhabbetler, dostluklar, akraba ilişkileri özlenir ama insan geçmiş dönemlerdeki savaşı özler mi? Umarım özlemeyiz, demek istiyorum. Ancak eldeki veriler ve teknolojinin gittiği yol, pek te öyle göstermiyor. Yıkım etkisi çok daha büyük, ileri teknoloji ürünlerinin doğurduğu silahlardan bahsediyorum. Yani yeni savaşlardaki figüranların yerinde biz insanlar, esas oğlan rolünde ise yapay zekâ oynayacak. Ve yapay zekanın Sanırım özlemek insana dair, ne zaman neyi özleyeceği belli olmuyor?
İnsansız savaş araçları serisinin suyun üzerindeki kalesi; TCG Anadolu, dünyanın hızla ikinci soğuk savaşa hazırlanırken TSK’nın jeopolitik dönüşümüne ve harekât kabiliyetine büyük bir güç çarpanı olacağı ortadadır dostlar. Savaşın kendisi, fiziksel boyutu, kimyasal yapısı ve hatta biyolojik alanı bile değişim halinde! “Hazır olun; artık savaş her yerde!”
Bugün atılan topun tanktaki gürültüsünü, hatta havadaki füzenin görüntüsünü görüyoruz. Lakin, yarınlarda yaşanacak savaşlarda bırakın tankı, topu, füzeyi; tarafların kim olduğunu bile anlamakta zorluk çekeceğiz. İnsanoğlu daha önceden denenmemiş savaş literatürlerinde dahi olmayan taktik, teknik ve silahlar kullanılarak savaşır hale gelecek. Yine fen bilimleri ve matematik esas oğlan olarak sahne alacak. Sayısal düşünebilen, denklem kuran, programlayabilen, okuduğunu anlayan, çözüm üreten, milli ve dini değerleri tam olan gençlere ihtiyacımız var.
Bize düşen görev, bu gençleri yetiştirirken iyi birer örnek olmaktır.
Hz. Ömer Efendimiz halife olunca işsiz güçsüz bir adama. “Yarın yanıma gel, sana görevini tebliğ edeceğim.” Demiş. Ertesi gün sabah olunca bu işsiz adam Hz. Ömer’in kapısını çalınca görevinin ne olduğunu bizzat Halifeden dinlemiş: “Her sabah bu saatlerde buraya geleceksin ve kapımı çalıp, ‘Ölümde var ey Ömer…!’ diyeceksin ve paranı alıp gideceksin.” Demiş. Böylece ölümü her sabah hatırlayarak, karar verecek olan Hz. Ömer, aslında bizlere de ‘ölümü unutmayın’ mesajını inceden vermiş gibi duruyor.
Bizde tam olarak bunu yapacağız; savaşın içindeyken bile ölümü, çekileceğimiz hesabı unutmadan karar vereceğiz. Bunu düstur edinmek zorundayız! Artık hangi konumda olursak olalım anlamamız gerek. Anlayacağınız ilim ve bilimi harmanlayıp, değer yargılarıyla taşlamak zorundayız. Her yanımız düşman olmuşken, bu değerler kasidesini uyak uyumuna uygun okumazsak: Vay ki vay halimize dostlar!