Gerçek hayat başka, televizyonda yaşanması arzu edilen hayat bambaşka…
Dünyada 1927 yılında ilk dizi film yapıldığını düşünerek başlıyorum yazmaya. Bunca süredir, medya boş zamanlarımızı geçirme şeklimizi değiştirmeyi başarmıştır. Belki de yüzyılın icadı olan bu cihazın en önemli ürününü, dizi filmleri ve etkilerini irdeleyeceğiz. Geçmişten günümüze televizyon 96 yıldır salonumuzun konforunda bize hizmet veriyor. Dizilerdekilerle birlikte yaşıyor gibiyiz. Hemen her dizi filmde, mutlaka kendimizi bulduğumuz ya da olmasını istediğimiz birileri olur. Aksi halde o diziyi neden izleyelim ki?
Dizi filmdeki karakterleri canlandıran oyuncular gibi konuşup, onlar gibi giyiniyoruz. Taklit etmenin ötesinde, adeta dizinin içinde yaşıyoruz. Onlarla gülüp, onlarla ağlamayı başarıyoruz. Zamanla onların doğruları, bizim doğrularımız haline geliyor. Yanlışlarıysa mıh gibi zihnimize çakılıyor ve asla bu yanlışları yapmıyoruz.
Dünya ya da Türkiye için kritik günlerin akşamında bile, haber kanallarından çok, dizi filmlerimizi izliyoruz. Artık her akşam bir diziye ait yaşıyoruz. Demlenen çay eşliğinde televizyonda yaşamaya başlıyoruz.
Unutulmazlar Dizi Filmler
Ekmek Teknesi/Süper Baba/Bizimkiler; sıcak ve ailenin önemini anlatan, aile bağlarının zor günlerde daha da güçlü olması gerektiğini topluma enjekte eden dizi filmlerdi.
Mahallenin Muhtarları/Çiçek Taksi: Gücün birlikten doğduğunu, toplumun içindeki farklı alışkanlıklarımızın zenginliğimizin birer parçası olduğunu tane tane öğretirdi bize. Her birimizin hayatına dokunan, özel ve güzel dizilerdi.
Yaprak Dökümü/Kavak Yelleri: Tarih ilerledikçe aile ve arkadaşlık bağlarının kimyasının da değişebildiğini görmeye başladık. Ağır ağır alışkanlıklarımız yerini yenilerine bıraktı ve maalesef daha bencil yaşamaya niyet aldık. Aile içindeki herkes “Önce ben!” demeye başlayınca, akrabalar ve hatta kardeşler arasına nifak tüm gücüyle yerleşti. Bir taşla kuş katliamı yapabilen bu canavar, kibir ve bencillikle beslenmeye başladı. Üst perde dediğimiz mertebeye bilet alıp hayat maçını oradan izlemek isteyenlerin sayısı üzülerek yazıyorum çoğaldı. Karşımızdakini olduğu gibi kabul edebilmeyi unuttuk. Maddeci bakış gözlerimizi kör etti. Mütevazilik teknesine binenler, hor görülmeye başladı. Büyükler küçükleri, küçükler de büyükleri unuttu! Olması gereken den daha fazla misyon yüklediğimiz akrabalar, “Rabbena hep bana…” derken farkında mıyız; hep birlikte kaybetmeye başladık!
Unutmayalım ki; yeryüzünde bundan çok azına helak olan kavimler var!
Evde güzel yemek pişince paylaşırdık, birbirimize borç para verir, derdimizi komşularımızla konuşurduk. Hastalanınca komşuya çorba yapar, gerekirse onu hastaneye götürüp iyileşinceye kadar başında beklerdik. Tüm bu fedakarlıkların karşılığında beklentimiz olmazdı. Birbirimize tahammül miktarımız çok azaldı.