Doğadaki olguları, ilkeleri, doğa kanunlarını ve kuramlarını anlama, yorumlama, uygulama ve bunlardan günlük yaşamda yararlanabilme çabasına fen bilimleri hizmet etmektedir. Delillerle fen bilimine hizmet eden bazı alt dallar şunlardır;
♦ Fizik ♦ Kimya ♦ Astronomi ♦ Biyoloji ♦ Tıp bilimleri ♦Birçok mühendislik vs.
Bilimsel anlamda fizik biliminin hayatımız için ne denli önemli olduğunu anlamak, yüzyıllardır devam eden bu süreci hayat amaçlarımızdan biri haline getirmekle mümkün olur. Yaşamak isteyen her toplum, bilimsel gelişmelerin ilerleyişini takip etmek ve bunlara adapte olmak zorundadır. Aksi halde geçmişin tozlu sayfalarındaki yerini alırlar.
Maria Curie (1867-1934), radyasyon tedavisi üzerine çalışırken radyasyondan dolayı maalesef lösemi olup hayatını kaybetmiştir. Fizik Bilimi uğruna hayatını feda etmiş bütün bilim insanlarını şükranla anmak isterim. Bunun yanında; 2. Dünya Savaşı sırasında Manhattan Projesinin bilimsel başkanı olan “Atom bombasının babası” olarak tanınan Robert Oppenheimer (18 Şubat 1967)’de Fizik Bilimi uğruna hayatını feda eden bir diğer bilim insanıdır. O zaman, “Bilim insanı olabilmek için bu uğurda hayatını harcamak yeterli değildir” diyebilir miyiz? Bilim için harcanan o hayatın aynı zamanda insanlığın yararına harcanmış olması da gerekmez mi?
Dünyanın neresinde olursak olalım Fizik Bilimine ihtiyacımız vardır. Fotokopi makinesinden cep telefonuna, mutfak robotundan kullandığımız otomobillere kadar, farkında olmasak da Fizik Bilimindeki en temel kuram ve kanunların içinde yaşamaktayız. Hatta olayı biraz derinleştirip “Zıt elektrik yüklü iletkenler birbirini çeker, aynı yüklü iletkenler ise birbirini iterler.” kuramından yola çıkarak, Empedokles (M.Ö.490-430) gibi sosyal hayatın içinde kurduğumuz ilişkileri de aynı kanunlar ile açıklama gayretine yönelebiliriz.
“Gâh sevgiyle toplanır, bir olur bütün şeyler,
“Gâh da ayrılırlar yine tek tek nefretin kiniyle.” (Empedokles)
Toplumların yapı taşını birey olarak düşünürsek; bireyler bir araya gelerek ülkeleri oluştururlar. Şimdi; bireyin pozitif bilimlere bakışı, aslında ülkelerin pozitif bilime temel bakışını oluşturur. Bilim için çürütülen dirsek aslında, o ülkede yaşayan bireylerin hayatını belirleyen en önemli referanslardan biridir.
Geçmişte Gulyabani masallarıyla büyütüldüğümüz düşünülürse eğitimcilerin bu kalın tabuları yıkmak, öncelikli hedefleri olmalıdır. Rahmetli Üstat Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın güçlü kalemiyle katı gelenekçiliği, değer yargılarını ve boş inançları eleştirdiği, pozitivizmi savunduğu “Gulyabani” romanı, bu ve benzeri tabuların yıkılmasını amaç edinmiş ilk kurşunlardandır. Kendimizi geliştirmezsek, bilime yönelmezsek, cahilliğimizden faydalanacak olan art niyetli insanların tuzağına kolayca düşebiliriz mesajını 1977 yılında vermiştir.
Eminim ki bilimin ne kadar önemli olduğunu, çocukluğumuzdan günümüze kadar yaşadığımız tecrübelerle hepimiz zaman zaman test etmişizdir. Gözümüzde büyüttüğümüz; saf ve masum yaşlarımızda bizlere anlatılan ve bilinçaltımıza işleyen birçok masal, hikâye ve efsanenin safsatadan ibaret olduğunu yıllar sonra anlamışızdır. O zaman Mustafa Kemal Atatürk’ün; “Biz uygarlıktan, ilimden ve fenden kuvvet alıyor ve ona göre yürüyoruz.” sözlerinin barındırdığı derin anlamı, bir nebze olsun idrak etmeye çalışmalıyız. Ayrıca göz alıcı olan, yapılan reklamlarla asla yenilmeyecekleri empoze edilen birçok büyük devletin, Kurtuluş Savaşı’nda başarısız olduklarını da unutmamalıyız.