Macaristan Ludovika Kamu Hizmetleri Üniversitesi John Lukacs Strateji ve Siyaset Çalışmaları Enstitüsünden Dr. Gabor Csizmazia, Donald Trump'ın ikinci başkanlığı döneminde Doğu ve Orta Avrupa ülkelerinin elde edebileceği avantajları AA Analiz için kaleme aldı.
Cumhuriyetçiler, Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) dikkatinin Avrupa'dan uzaklaştığını gösteren bazı jeopolitik gerçekleri dillendirmekten çekinmiyor. Transatlantik ilişkiler de özellikle Donald Trump başkanlığında siyasallaşarak Avrupa'nın kendi içinde bölünmesine katkıda bulunuyor. Doğu ve Orta Avrupa'daki hükümetler, savunma harcamaları ve Beyaz Saray ile siyasi bağları sayesinde bazı avantajlara sahipler. Bu ülkeler ikinci bir Trump döneminde transatlantik gerilimleri hafifletmeye yardımcı olabilirler.
Amerikan muhafazakarları ve Avrupa
Amerikan enternasyonalizmi genellikle Cumhuriyetçilere atfedilen bazı zorluklarla karşı karşıyadır. Gerçekten de muhafazakarlar, dikkatlerin Avrupa'dan Doğu Asya'ya kaydırılması [1] veya ABD'nin savunma yüklerinin Avrupa'ya devredilmesi gibi hususlarda oldukça açık sözlüler. [2] Bu görüşler, özellikle yenilenen büyük güç rekabeti çağında, Amerikan jeopolitiğinin öncelikli olarak Hint-Pasifik bölgesine odaklandığı gerçeğini yansıtıyor. ABD'nin savunma alanındaki sorumluluklarının Avrupa'ya devredilmesi fikri ise artık oldukça yaygınlaşsa dahi bu fikrin kökenleri Donald Trump'ın ilk başkanlık dönemine dayanıyor. [3] Trump'ın dış politikaya getirdiği yenilik, uluslararası ilişkiler konusundaki liberal ve çoğu zaman idealist inançlara gerçekçi ve çoğu zaman milliyetçi bir çekiç vurmasıydı. Avrupa, daha çok liberal ve çoğu zaman idealist inançlara ev sahipliği yaptığı için ikinci bir Trump başkanlığına karşı temkinli davranıyor.
Donald Trump Avrupalılara karşı sert bir dil kullansa da şikayetlerinin çoğu onlarca yıllık hayal kırıklıklarını yansıtıyor. Gerçek şu ki transatlantik ilişkiler politize olmuş durumdadır. Yani, Batı Avrupalı liderler Cumhuriyetçi başkanlarla mesafesini korurken, Demokratlar Avrupa Birliği'ndeki (AB) Doğu ve Orta Avrupalı liderleri görmezden gelme eğilimindedir.
Donald Rumsfeld'in "eski ve yeni Avrupa" [4] ayrımı, özellikle Trump'ın başkanlığında geçerliliğini koruyor. Donald Trump en önemli dış politika konuşmasını 2017'de Varşova'da yaptı ve burada Batı'yı savunmaktan bahsetti. [5] Bu konuşma her zaman olduğu gibi tartışmalı olarak değerlendirildi, [6] ancak aynı zamanda Trump yönetiminin öncelikle Doğu ve Orta Avrupa'ya odaklanan Avrupa stratejisinin de temelini oluşturdu. [7,8]
Doğu ve Orta Avrupa'nın avantajları
Trump'ın dış politika anlayışı birçok anlamda büyük bir sopa siyaseti suretinde devam edecektir. Washington'ın müttefiklerinin siyasi değerini ilgili savunma yatırımlarına göre ölçümleyebildiği bölgesel güçleri kullanma stratejisi Avrupa'da da geçerliliğini koruyor. Doğu ve Orta Avrupalılar bu konuda avantajlı durumda. Zira, bu ülkelerin çoğu, gayri safi yurtiçi hasıla (GSYİH) yüzdelerine bakıldığında savunma harcamaları bakımından Batılı müttefiklerinden daha iyi bir performans gösteriyor. [9] Doğu ve Orta Avrupa ülkelerinin bu çabaları siyasi kazanımlara dönüştürülebilir. Örneğin, Trump ilk başkanlığının son yılında Almanya'daki ABD askerlerinin sayısını azaltmaya çalışmıştı. Birçok kişi bu durumu Avrupa'dan çekilme girişimi olarak görse de Trump aslında bu güçlerin bir kısmını Polonya'ya konuşlandırarak yeniden konumlandırmayı amaçlıyordu. Kısacası Cumhuriyetçi Parti, Doğu ve Orta Avrupa'nın savunma yatırımlarındaki değerini kabul ediyor ve gelecek için benzer ödüllendirici önlemler alınabileceğini dillendiriyor. [10]
Bu tür yaklaşımlar Avrupa'daki hükümetler arası ilişkilere de uyarlandığında Avrupa'nın aslında AB ile eş anlamlı olmadığını görüyoruz. Avrupa'daki federal düşünce, hükümet yetkilerinin ulusal ya da eyalet düzeyinden uluslar üstü ya da federal düzeye taşınmasının önemini vurguluyor. Buna karşın Donald Trump ise ABD'nin Avrupa'da muhtemelen anlaşma arayacağı savunma ve enerji sektörleri gibi konularda kilit aktör olmaya devam eden ulus-devletin bir savunucusudur. Ayrıca Trump, ulusal liderlerle iyi kişisel bağlar kurmayı da tercih ediyor. Örneğin, Macaristan Başbakanı Viktor Orban ve Polonya Cumhurbaşkanı Andrzej Duda aday gösterilmeden aylar öncesinden seçilmiş başkanla görüşmüştü. [11,12] Bu temaslar, son yıllardaki siyasi iniş çıkışları atlatmaları nedeniyle bu liderler için de önemlidir.
Elbette büyük güç rekabetinde acı gerçekler varlığını koruyor. Rusya'nın saldırganlığı karşısında Ukrayna'nın kaderi ya da Avrupa'nın Çin ile ilişkisi güvenlik ortamının daha da kötüleşmesine yol açabilir. Transatlantik ittifakın bu konularda sürtüşmeler yaşaması muhtemeldir. Yine de Doğu ve Orta Avrupalı müttefikler karşılaştırmalı avantajlarını kullanarak sırasıyla Washington ve Brüksel'de soğukkanlılığın hakim olmasına yardımcı olabilirler. Başka bir deyişle, bu ülkeler Trump'ın görevdeki ikinci döneminde transatlantik güvenlik ve siyasi söylem için köprüler kurmaya çalışabilirler. AA